30 Temmuz 2016 Cumartesi

Bayan Oyuncular için Çağdaş Dönem Tiraldlar 1

Bayan Oyuncular içi Tiradlar

 :(  Kolay Gelsin  :)

Oyunun adı: Jan Dark (Jeanne d'Arc)
Yazan: Bernard Shaw 
Çeviren: Sevgi Sanlı



                                   Jan
Verin o yazıyı bana (Masaya koşup, kağıdı kaparak parça parça eder) Varın yakın ateşinizi. Fare gibi deliğe tıkılmam ben.Seslerim haklıymış. Sizin ahmak olduğunuzu söylemişlerdi. Bunların güzel sözlerine, merhametlerine güvenilmez demişlerdi. Hayatımı bağışlayacağınıza söz verdiniz. Yalanmış. Yaşamak nedir sizce? Donup taş kesilmemek mi sadece? Ne kuru ekmek bulunca gam, yerim, ne de duru su içmek derttir benim için.Ama gök kubbenin şavkından, o güzelim kırların çayırlarından, çimeninden yoksun bırakmak beni... Dağda bayırda askerlerle at koşturmamayım diye ayağıma pranga vurmak... Bana havasız , nemli karanlığı koklatmak... Sizin bu kötülüğünüz, sizin bu sersemliğiniz beni Tanrı'dan bile soğuturken, gönlümü gene O'nun sevgisiyle dolduracak her şeyi almak elimden, cehennem ateşinden de beterdir. Savaş atımdan vazgeçebilirim. Etekle dolaşmasam da olur. Sancaklar, borazanlar, askerler yanı başımdan geçip gitse de öbür kadınlar gibi geride bırakmayı nefsime yedirebilirim. Yeter ki rüzgârda ağaçların hışırtısını, güneşte öten çayır kuşunu, köyümün sağlıklı ayazında meleyen kuzuları işitebileyim. Akşam çanları bana melek seslerini getirsin gene. Bunlar olmadan yaşayamam ben. Bunları benden ya da başka bir kuldan almaya kalktığınız için siz, biliyorum şeytanın emrindesiniz. Oysa bana yol gösteren Tanrı'dır. Tanrı'nın hikmetine aklınız ermez sizin.Beni ateşlerden geçirip bağrına basacak odur. Çünkü öz evladıyım O'nun. Benimle birlikte yaşamaya layık değilsiniz sizler. Şu güzelim dünyayı yaratan Tanrım. Senin ermişlerine dünya ne zaman kucak açmayı öğrenecek? Ne zaman ulu Tanrım, ne zaman... Son sözüm bu işte.

2.Tirad

               Jan
Ne gururlu, ne de dik başlıyım. Fakir kızın biriyim ben. Üstelik kara cahil. Gurur benim neyime? Dikbaşlı olduğumu söylüyorsunuz... ama Tanrının sözünden dışarı çıktığım yok. Hakkın sesine kulak veriyorum ben. Size hiçbir zaman yalan söylüyorsunuz demedim. Ama siz seslerimi yalancılıkla suçladınız. Ne zaman yalan söylediler onlar, sadece sağduyumun yankıları bile olsalar, ne zaman? Oysa siz, dünya işlerinde hep yanlış öğütler vermiyor musunuz? Evet, yalnızım yeryüzünde, her zaman yalnızdım. Fransa kana bulanmış can çekişirken babam ağabeylerime, sürümüzü beklemezsem beni boğmalarını söylemişti. Koyunlarımıza ilişen olmasın da Fransa elden gitmiş kimin umurunda?  Fransa'nın, kralın sarayında dostlar var sanırdım. Ama paramparça vücudundan lokma koparmak için boğuşan kurtlar çıktı karşıma. Tanrının her yerde dostları var sanırdım. Çünkü herkesin dostudur yeri göğü yaradan. Daha gözüm açılmadan önce, şimdi beni kapı dışarı eden sizlerin, kılıma dokunulmasın diye birer güçlü kale gibi beni koruyacağınıza inanırdım. Ama artık akıllandım. Akıllanmaktan da zarar gelmez kimseye. Yalnız olduğumu söylemekle beni korkutacağınızı sanmayın. Fransa da yalnız. Tanrı da yalnız... Yurdumda Tanrının yalnızlığı yanında benim yalnızlığım nedir ki? Şimdi görüyorum, Tanrı gücünü yalnızlığından alır. Sizin küçük, haset dolu öğütlerinize kulak verse hali nice olurdu? Pekâlâ, benim yalnızlığım, benim gücüm olacak. Tanrıyla yalnız kalmak daha iyi. Onun ne dostluğu tükenir, ne sevgisi, ne desteği... Haktan aldığım güçle dayanacağım, dayanacağım, hiç mi hiç yılmayacağım; ta ölünceye kadar... Bizim için ölüm kalım sorunudur savaş. Yalnız şunu unutmayın, ben Orleans'ta İngilizlere saldırırken soylularımız peşimden gelmedi. Yarı aç, yarı çıplak halk geldi peşimden. Sizler, bana engel olmak için kapıları kilitlediniz, halktı sel gibi akıp kapıları kıran.

Halka gidiyorum şimdi.Halkın gözündeki sevgi, sizin gözlerinizdeki nefreti unutturacak bana. Yakıldığımı görürseniz hepiniz sevineceksiniz, biliyorum. Ama ateşten geçerse yolum, dosdoğru halkın bağrına gideceğim. Ta sonsuza dek...

Tanrı yardımcım olsun.

"Jan Dark" adlı oyunun özeti 

Fransız köylü kızı Jeanne, içinden duyduğu Tanrıdan gelen bir sesin kendisine Orleans kentini İngilizler'in elinden kurtaracağını, Dauphin'e Fransız Kralı olarak Reims'te taç giydireceğini ve İngilizleri Fransa'dan atacağını söylediğini, Vaucouleur Kalesi Komutanı Baudricourt'a anlatır; kale komutanından kendisine bir at ve zırh istemektedir.Kaledeki tavuklarının yumurtlamadığından yakınan Baudricourt, Jeanne'in gelmesiyle birlikte tavukların da "deliler gibi" yumurtlamaya başladıklarını görünce Jeanne'in isteklerini hemen yerine getirir. Jeanne bir mucize daha gösterir:    Kalabalığın içinde gizlenmiş olan Dauphin'i ilk görüşte tanır; Dauphin de onu Orleans'ı kurtarması için ordunun başına komutan olarak atar. Orleans önlerinde üçüncü mucize gerçekleşir: Rüzgârın birden yön değiştirmesi sonucu, birlikler Loire'ı geçerler ve Orleans'ın İngilizler'in elinden kurtarılmasıyla, Jeanne, Tanrı'nın kendisine verdiği ilk görevi yerine getirmiş olur. Ancak, Jeanne, Dauphine'e taç giydirmeden önce Warvick Dükü ile Beauvais Piskaposu biraraya gelerek, Jeannet'in kaderini görüşürler: Birey haklarını devlet ve din kurumlarının karşısında savunan genç kız, devlet için olduğu kadar, Kilise için de tehlike oluşturmakta, Tanrı'yla kendi başına konuştuğu gibi merkezi bir krallıktan söz edişiyle feodal sistemi söz konusu etmekte, ulusal devletin gerekliliğini duyurmaktadır. Jeanne, taç giydirme töreninden sonra Paris'in yeniden geri alınması için harekete geçilmesi çağrısında bulunursa da kral ile şövalyeler, kendisini yalnız bırakırlar. Düşmanla işbirliği içinde olan Burgonyalılar Jeanne'ı tutsak alarak, İngilizler'e yüklü bir paraya satarlar. Rouen’de Jeanne'ı din tanımazlıkla suçlayan Engizisyon Mahkemesi toplanır. 
Cauchon başkanlığındaki mahkeme üyeleri, Jeanne'a yakınlık duydukları halde, Jeanne, kendisinin Tanrı'nın elçisi olduğu savında diretince, yakılarak ölmeye mahkûm edilir. Jeanne'in ölümünden 25 yıl sonra geçen Epilog'da, Jeanne ile dost ve düşmanları birarada yer alırlar. Frank ve silindir şapka giymiş Vatikan Elçisi gelip de Jeanne'in 1920 yılında “Ermiş” ilan edileceğini bildirince, hepsi diz çökerek Jeanne'dan bağışlanma dilerler. Ancak, Jeanne öbür dünyayı terk ederek yeniden bu dünyaya dönmeleri gerektiğini söyleyince, hepsi Jeanne'ı yalnız bırakmaya başlarlar; böylece, Jeanne, dünyanın bir ermiş olarak kendisini karşılamaya daha hazır olmadığını anlar. Jan Dark'la,
Jeanne dünyayı değiştirmeye, insanları ileri götürmeye çalışan biri olarak verirken, düzeni korumaya çalışan ve tarihsel toplumsal koşullar içinde buna hazır olmayan bir dünyanın bu insana yaşama hakkı tanımadığını gösterir. Shaw, eylemci, özgür düşünceli bireyin toplum karşısındaki yenilgisini verirken, geleceğin de şimdiki zaman karşısında yenilgiye uğrayışını verişiyle Jeanne'a trajik bir büyüklük kazandırmakladır.






Ayrıca bknz:
 Jeaanne d'Arc filmi --- imdb
Jeaanne d'Arc filmi --- imdb



                                                                                                                                                                    

   Oyunun adı: Bir Evlenme
Yazan: Nikolay V. Gogol
Çevirenler: Melih Cevdet Anday - Erol Güney



AGAFYA TIHONOVNA 

- Aman yarabbim... Karar vermek ne güç şeymiş... Bir kişi, iki kişi olsa ne ise... Ama dört kişi... Gel de birini seç. Nikanor İvanoviç biraz zayıf ama hiç de fena değil. İvan Kuzmiç de fena değil. Açık konuşmak gerekirse, İvan Pavloviç de biraz şişman ama pekâlâ gösterişli bir erkek. Söyleyin bana ne yapayım? Baltazar Baltazaroviç de değerli bir adam. Ah ne zor şey bu karar vermek... Anlatamam, anlatamam. Nikonor İvanoviç'in dudaklarını, İvan Kuzmiç'in burnunu alsak... Baltazar Baltazaroviç'in de halini tavrını... Bunun üzerine de İvan Pavloviç'in gösterişini katsak o zaman seçmek kolay olurdu. Oysa şimdi düşün, düşün... Vallahi başıma ağrılar girdi. Bence en iyisi ad çekmek. İşi kısmete bırakmalı. Kim çıkarsa kocam o olur. Adlarını birer kağıda yazarım. Sonra kağıtları kaparım. Kısmetim kimse belli olur. (Masaya yaklaşır. Kağıtla makas alır. Kağıtları keser, katlar, bunları yaparken de konuşur.) Ah şu kızlar ne talihsiz... Hele aşık olan kızlar... Erkekler bunu kabul etmezler, anlamak da istemezler. Ne ise, hepsi hazır. Bunları çantamın içine koyayım. Gözlerimi kapayıp çekeyim. Ne olursa olsun. (Kağıtları çantaya koyar. Eliyle karıştırır.) Ah, içime bir korku geldi. Allah vere de Nikonor İvanoviç çıksa; ama ne diye o olsun... İvan Kuzmiç daha iyi. Peki, İvan Kuzmiç de neden? Ötekilerin ne kusuru var? Hayır, istemem. Kim çıkarsa o olsun. (Eliyle kâğıtları karıştırır ve çantadan yalnız birini değil, hepsini birden çıkarır.) A... hepsi birden çıktı. Kalbim çarpıyor... Olmaz, olmaz. Yalnız bir tane çekmek lazım. (Kağıtları gene çantasına koyar, karıştırır. Bu sırada Koçkarev girer. Yavaşça ilerleyerek arkasına gelir.) Ah Baltazar Balta... yok canım, Nikonor İvanoviç çıksa.. Hayır, hayır, istemiyorum. Kısmetim ne ise o çıksın.

"Bir Evlenme" adlı oyunun kısaca konusu

Konya D.T:
Evlenmek isteyen Agafya, halası ile birlikte yaşamaktadır. Çöpçatan Fekla, kendisine koca adayları bulur. Birbirinden ilginç olan bu adaylar, Agafya’ya kendilerini beğendirmek için büyük ve komik bir yarışa girerler. Toplumun her kesiminden olan bu damat adayları, sosyal sınıfları yansıtırlar. Gogol, çöken soylular sınıfıyla yükselen burjuva sınıfının çatışmasını eğlenceli bir evlenme hikayesiyle anlatmaktadır.





                                                                                                            



Oyunu Adı: Vanya Dayı 
Yazan: Anton Çehov 
Çeviren: Ataol Behramoğlu 



SONYA

- Ne yapabiliriz? Yaşamak gerek! (Bir sessizlik) Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günlet, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız. Bugün de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden, başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel saati gelip çatınca da uysalca öleceğiz ve orada, mezarın ötesinde, çok acı çektik, gözyaşı döktük, çok acı şeyler yaşadık diyeceğiz... Ve Tanrı acıyacak bize ve biz seninle, canım dayıcığım, parlak, güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız ve buradaki mutsuzluklarımıza sevecenlikle, hoşgörüyle gülümseyeceğiz ve dinleneceğiz... İnanıyorum buna dayıcığım, bütün kalbimle, tutkuyla inanıyorum... (Voynitski'nin önünde diz çöker ve başını onun avuçlarına koyar. Yorgun bir sesle tekrar eder.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz! Melekleri dinleyeceğiz, elmaslar gibi yıldızlarla kaplı gökleri göreceğiz. Dünyanın tüm kötülüklerinin, tüm acılarımızın, dünyayı baştan başa kaplayacak olan merhametin önünde silinip gittiğini göreceğiz ve hayatımız bir okşayış gibi dingin, yumuşak, tatlı olacak. İnanıyorum, inanıyorum buna. (Dayısının gözyaşlarını mendiliyle kurular.) Zavallı, zavallı Vanya Dayı, ağlıyorsun... (Gözyaşları arasından) Hayatında mutluluğu tadamadın, ama bekle Vanya Dayı, bekle... Dinleneceğiz.... (Kucaklar onu.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz!

"Vanya Dayı" adlı oyunun özeti

Profesör Serebryakov, emekliye ayrıldıktan sonra, güzel karısı Yelena ile beraber taşradaki çiftlik evine geri dönmüştür. Profesörün eski eşinden olan kızı Sonya, onun dayısı Vanya ve eski kaynanası Maria o güne dek çiftlikte durup dinlenmeden çalışıp dişlerinden tırnaklarından artırdıkları her kuruşu profesöre göndermişlerdir. Ama artık hasta ve yaşlı bir adam olan profesörün çiftliğe yerleşmesi boşa harcanmış bir hayat demektir onlar için, hayatlarını üzerine inşa ettikleri değerlerin yitip gitmesi, ideallerinin bir bir sönmesi... İnsanlar yerine birtakım gri lekelerin, hayaletlerin dolaştığı, yalnızca bayağı sözlerin işitildiği, yemekten, içmekten, uyumaktan başka bir şeyin bilinmediği taşra, ruhlarını zaten yavaş yavaş tüketmiştir. Ümitsiz aşkların acısı ve profesörün beklenmedik teklifinin şaşkınlığı ile de ipler iyice gerilecektir.
Ayrıca bknz: Vanya Dayı filmi --- imdb

                                                                                                                                                                   


Oyunun Adı: Martı
Yazan: Anton Çehov
Çeviren: Nihal Yalaza Taluy


                 NINA 
- Bastığım toprağı mı öpüyordunuz? Vurmanız, öldürmeniz gerekirdi beni! (Masaya doğru eğilir.) O kadar yorgunum ki... Biraz dinlensem! Dinlenebilsem... (Başını kaldırır) Bir martıyım ben... Yo, değil... Aktrisim... Öyle değil mi? (Arkadina ile Trigorin'in dışarıda gülüşünü duyar. Silkinir, kulak kesilir. Sol kapıya koşarak anahtar deliğine gözünü yaklaştırır.) O da burada demek... İyi... Tiyatroya inanmıyordu; hayallerimle alay ederdi hep. Ona bakarak ben de inancımı yitirdim; maneviyatım kırıldı... Aşk üzüntüleri, kıskançlık da bir yandan... Yavrum için korkuyordum hep... Miskinleştim, küçüldüm, oyunum manasızlaştı... Sahnede düzgün yürüyemiyordum; ellerimi ne yapacağımı bilemiyor, sesimi idare edemiyordum. İnsan kötü oynadığını hissedince ne acı duyar, bilemezsiniz! Martıyım ben.. Yo... Değil de... Şey, siz o sıralar bir martı vurmuştunuz, hatırlar mısınız? Yaa!.. Böyle işte... Gelmiş bir adam, durup dururken, laf olsun diye, yok etmiş kuşcağızı... Tam küçük hikaye konusu... Gene de söylemek istediğim bu değildi. (Alnını uğuşturur.) Ne diyordum?.. Evet, sahneden bahsediyordum. Şimdi öyle değilim artık: gerçek bir artist oldum. Şevkle, coşkunlukla oynuyorum. Kendimden geçiyorum sahnede... Oyunumu, herşeyimi gerçekten güzel, gerçekten değerli görüyorum artık. Buraya geleli beri her yanı dolaşıyorum. Hem yürüyor, hem düşünüyorum; ruhumun günden güne nasıl kuvvetlendiğini duyuyorum. Siz bir şey söyleyeyim mi Kostya, bizim işlerde, sahne olsun, yazı olsun, ün, yaldız, kurduğumuz hayaller değil, sabırlı olmak önemli; buna iyice inandım. Kaderine katlan, inancını yitirme... Şimdi acı duymuyorum artık, ödevimi düşündükçe hayattan korkmuyorum.

2.Tirad


               NINA 
– Yalnızım, yapayalnız. Bir şey söylemek için yüzyılda bir açarım ağzımı ve sesim bu boşlukta kederle çınlar ve hiç kimselere ulaşmaz... Sizler de, ey solgun alevler, işitmiyorsunuz beni... Sabah öncesinde çamurlu bataklıktan yükselirsiniz siz ve tan vaktine kadar sürtüp durursunuz, düşüncesizce, iradesizce, hiçbir yaşam kıpırtısı taşımaksızın... Sonsuz maddenin babası şeytan, bir yaşam kıpırtısı doğar korkusuyla, taşlarda ve sularda olduğu gibi, her an sizlerin atomlarını da değiştirir ve durmaksızın değişirsiniz. Evrende sürekli ve değişmez olarak bir tek ruh kalır sadece. Bomboş, derin bir kuyuya atılmış bir tutsak gibi, neredeyim, beni ne bekliyor, bilmiyorum. Fakat bir tek şey var bildiğim, çok iyi bildiğim: Maddi güçlerin yaratıcısı şeytanla amansız, acımasız kavgada, zafer mutlaka benim olacak ve sonuçta da madde ile ruh eşsiz bir uyumda birleşip kaynaşacak, bu ise dünyasal irade'nin egemenliği olacaktır. Fakat uzun, yavaş, binlerce yıllık bir sürecin sonrasında, hem ay, hem parlak Sirius, hem yeryüzü toza dönüştükten sonra gerçekleşecek bu... Ama o zamana kadar dehşet, dehşet... (Sessizlik. Göl üzerinde iki kızıl ışık görünür) İşte, amansız düşmanım şeytan yaklaşıyor... Korkunç, kızıl gözlerini görüyorum onun...

"Martı" adlı oyunun özeti

Anton Çehov’un Martı adlı oyunu konusu şöyledir; Treplev, Nina’ya delicesine aşıktır. Nina ise Trigorin’den hoşlanmaktadır. Aşkını Nina’ya itiraf eder ama karşılık bulamaz ve bunun üzerinede
Nina’nın ayaklarının dibine ölü bir martı bırakır, yakında kendisini de bu şekilde öldüreceğini söyler. Oyunun üçüncü ile dördüncü perdesinin arasında iki yıllık bir zaman aralığı vardır. Bu iki yıl içinde çok şey değişmiştir değişmeyen tek şey Treplev’in Nina’ya olan aşkıdır ama buna yine karşılık bulamaz ve oyunun sonunda Treplev kendini öldürür.








                                                                                                                                                                   



Oyunun Adı: Cesaret Ana ve Çocukları
Yazan: Bertolt Brecht
Çeviren: Ayşe Selen



                                    ANA

Yazık oldu komutana... yirmi iki çift çorap... kaza diyor herkes. Sis sebep olmuş. Komutan alaylardan birine, “ileri”, diye bağırdıktan sonra atını geriye doğru mahmuzlamış. Ancak sis dolayısıyla şaşırıp cepheye dalmış. Ve kurşun yemiş... Kala kala dört fener kalmış... Ve kurşunu yemiş. (Arkadan bir ıslık sesi işitilir. Cenaze töreninden kaçan erleri görür. Tezgaha girer) Ayıp, ayıp, komutanın cenaze töreninden kaçılır mı? Yağmurdan kaçıyorlar. Üniformanız ıslanır tabii. Söylentiye göre, cenazede çan çalmak istemişler, ama sağken onun emriyle kiliseler kapandığı için zavallı komutan mezara indirilirken çan sesi duyulmayacak. Büsbütün garip gitmesin diye üç pare top atacaklar... (İçki isteyen askerlere) İçki istiyorsanız paraları sökülün önce. Yoo... çamurlu çizmelerle çadırıma giremezsiniz! Yağmur yağsa da yağmasa da dışarı da zıkkımlanacaksınız. Yalnız subayları içeri bırakıyorum. Komutan son zamanlarda epey sıkıntı çekmiş, maaş ödeyemediği için. İkinci Alay’da karışıklık çıkmış. “Din uğruna savaşıyoruz, para isteyemezsiniz” diye kestirip atmış. (Cenaze marşı duyulur) Acırım böyle komutanlara, imparatorlara. Belki de ileride kendilerinden bahsettirecek heykellerini diktirecek şöyle özel bir şey yapmak isterlerdi; örneğin dünyanın fethi gibi, bu bir komutan için yüce idealdir, zaten başka bir şeyi de beceremezler. Kısacası, kıçı çatlayıncaya kadar çalışır, didinir, ondan sonra da, hayatta bir bardak biradan ya da iki lak laktan daha yüce bir ideali olmayan aşağılık halk gelip yaptıklarının içine eder. Onların bütün güzel planları, yöneticilerin basitlikleri yüzünden hep berbat olmuştur. Çünkü imparatorlar hiçbir şeyi kendi başlarına yapamazlar. Halkın ve askerlerinin desteğine muhtaçtırlar. Haklı değil miyim? Savaş bitecek mi dersiniz? Laf olsun diye sormuyorum, hani ucuz mal var da, alıp depoya koysak mı diye soruyorum. Ama savaş biterse, onları atmaktan başka çare kalmaz.

"Cesaret ana ve çocukları" adlı oyunun özeti


Cesaret Ana iyi bir tüccar olarak kendince akıllı oyun stratejileri (savaşın koyduğu kurallara karşı) kurmaya çalışır, çoğu zaman şansı yaver bile gitse, elindeki oyuna giriş sermayesi oyun boyunca azalır. Ancak hiçbir zaman sıfırı tüketmez. Oyunda ciddi kayıplara uğramasına rağmen, kazanma ihtimali hiçbir zaman bitmez, olay örgüsünün kuruluşu ve ilerleyişi bu şekilde süregider. Bu karaktere dair eleştirel bir tavır almak isteyen Brecht'in oyun yazımındaki bilinçli bir tercihidir. Bana göre Brecht oyun modelini bu şekilde kurmuştur. Nice yenilgilere ve çöküşlere rağmen orta sınıf ideolojisinin kolaylıkla dönüşüme uğramaması, Brecht tarafından altı çizilen bir noktadır. Bu yüzden de Brecht kazanma ihtimalinin bitirilmediği bir oyun modeli kurarak eleştirel bir yapı oluşturmayı denemiştir. Savaşın onbeş yıllık seyri içinde, Cesaret Ana'nın ekonomik durumu giderek kötüleşir. Ancak lineer bir şekilde birden bire ekonomik çöküş yaşamaz. İnişli çıkışlı bir seyir vardır. Sıfırı tüketmediği için de oyuna devam eder. Benim yorumuma göre de oyunun sonunda Amerikan ruleti giderek Rus ruletine (ya 1 ya da 0 olan oyun modeline) dönüşecektir.

Olay örgüsüne bakacak olursak, oyunun en başında Cesaret Ana, üç çocuğunu da riske ederek savaş ruletine baştan girmiştir. Biz seyirci olarak, karakterin neden oyuna girdiğini sorgulayamayız. O zaten oyunda dır ve bu seyirci için verili durumdur. Seyirci oyun kurgusunun ilerleyen bölümlerinde, kuralların eşitsiz bir şekilde sürdüğünü ve Cesaret Ana'nın kaybettiğini fark etmeye başlar...

Ayırca bknz:




                                                                                                                                                                   

Oyun Adı:Kanlı Düğün 
Yazar: Federico García Lorca
Çevirmen: Turan Oflazoğlu


Gelin
Bırak vursun! Beni öldürsün diye geldim buraya. Beni onlarla beraber kaldırsınlar diye. Ama onun elleriyle değil. Kancalarla, orakla, hemde zor kullanarak, kemiklerimi kırasıya. Bırak vursun! Bilsin ki ben temizim, bilsin ki ben çılgın olabilirim. Ama göğüslerinin aklığını hiçbir erkeğe açmamış bir kız olarak gömebilirler beni.
Ötekiyle kaçtım! Kaçtım! Sen olsan sende giderdin. İçi dışı yarayla dolu arzudan yanıp tutuşan bir kadındım ben. Oğlunsam kendisinden çocuklar toprak, sağlık umduğum bir avuç suydu. Ama öteki çalılıklarla tıkalı karanlık bir ırmaktı. Sazlıkların fısıltısını mırıltılı türküsünü getiriyordu bana. Soğuk sudan bir küçük çocuğa benzeyen oğluna uydum bende. Ötekiyse yüzlerce kuş saldı üstüme. Bu kuşlar yolumu tuttular, beyaz beyaz kırağı bıraktılar yaralarım üzerinde. İstemezdim. Unutma ki bende istemezdim. Oğlun benim yazgımdı, ona ihanet etmiş değilim ama ötekinin kolu denizin itmesi boğanın çekmesi gibi sürüklüyordu beni. Her zaman da sürükleyecekti. Her zaman, her zaman! Kocamış bir kadın olsam da, oğullarımın oğulları saçlarımdan tutsa da.
Sus! Sus, al öcünü. İşte karşındayım. Bak boynum ne yumuşak. Bahçendeki bir yıldız çiçeğini koparmaktan daha az zahmet ister. Ama onurumla oynama. Temizim ben. Yeni doğmuş bir kız kadar temiz. Bunu sana ispatlayacak kadar da güçlü! Yak ateşi elimizi içine sokalım. Sen oğlun adına, ben vücudum adına. Elini ilk çeken sen olacaksın.

"Kanlı Düğü" adlı oyunun özeti


Kocası ve oğlu bir kan davasında öldürülen Anne, diğer oğlunu kan davalı olduğu ailenin kızı ile evlendirecektir. Oğul Leonardo'ya (oyunda adı olan tek karakter Leonardo'dur) sevdiği bu kız ile söz kesilir ancak kız tarafı varlıklı olmadığı için Leonardo'yu geri çevirir. Leonardo, sevdiği kızın kuzeni ile evlenmek zorunda bırakılır. Annesi ile birlikte, evlilik koşullarını konuşmaya gittikleri sırada eski sevgilisinin de evlendirileceğini öğrenir. Leonarda evlenir ancak geceleri sürekli atıyla gezintiye çıkar, sevgilisinin evinin yakınlarında dolaşır ve karısının sorularına da cevap vermez. Eski sevgili olan Gelin, düğün sabahı Leonardo'yu bulur ve birlikte kaçarlar.

Düğün sırasında Gelin'in kaçtığı farkedilir. Leonardo'da yoktur. Kan davası yeniden başlar. Damat, arkadaşlarıyla birlikte kaçanların peşine düşer. Mehtaplı bir gecedir ve ay ışığı kaçanların izlerini gösterir. Kaçaklar yakalanır ve Damat ile Leonarda ay ışığı altında bıçaklarıyla kavgaya girerler. Her ikisi de ölür ve cesetler Anne'nin evine getirilir. Anne, biricik oğlunu kaybetmiştir. Leonardo'nun karısı kocasını kaybetmiştir. Gelin ise hem kocasını hem sevgilisini kaybetmiştir. Çaresizlik içinde Anne'ye şöyle sorar: Onun buna bir günahı yok. Benim de bir günahım yok. Günah kimde peki?





                                                                                                                                                                   



                                                                                 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder