25 Temmuz 2016 Pazartesi

Erkek Oyuncular için, Çağdaş Dönem Tiradları 1

Erkek Oyuncular İçin Çağdaş Dönem Oyunları  Ve
Tiradlar

 :(  Kolay Gelsin  :)


Oyunun Adı: Satıcının Ölümü 
Yazan: Arthur Miller 
Çeviren: Orhan Burian 




                              BIFF 

- Okulda altı yedi yıl geçirdim; tek, içimde bir heves uyansın diye. Acentelerde katiplik, seyyar satıcılık, nasıl olursa olsun bir iş bence iyi idi. Oysa öyle yaşamak, yaşamak değilmiş. Sıcak yaz sabahları yer altı trenlerine tıkılmak, ömrün olduğu kadar senet kaydetmek, telefona cevap vermek ya da alıp satmak. Açık havaya çıkıp gömleğini atarak oturmak dururken yılın elli haftasını, iki haftalık tatil uğruna, işkence ile geçirmek. Yanındaki arkadaşlarının bir üstüne geçmekten başka bir şey düşünmemek: İşte, geleceğini güvence altına almak böyle yapmakla oluyor. (Heyecanı artmaktadır.) Savaştan önce evden ayrılalı beri yirmi otuz iş değiştirdim. Happy, hepsi de sonunda aynı çıkıyor. Bunun farkına ancak son zamanlarda vardım. Nebraska'da sürücülük ettiğim sırada, ondan önce Arizona'da, son kez de Teksas'da. Bu kez onun için eve geldim; galiba bunun farkına vardım da geldim. Son çalıştığım çiftlik var ya, şimdi orda bahardır. On beş kadar tayları olacaktı. Biliyor musun, anasıyla yavru tay kadar iç açan, göze hoş görünen manzara azdır. Hem şimdi oralar ılıktır da. Teksas şimdi ılıktır, bahar içindedir. Benim bulunduğum yerde de ne zaman bahar olsa içimden doğru bir şey depreşir. "Bir baltaya sap olamıyorum," derim; "Ben ne halt ediyorum, haftada yirmi sekiz dolarla yetinip atlarla vaktimi öldürüyorum. Otuz dördüne geldim, kişi ev bark edinmeli vakitken." İşte, öyle zamanlarda koşup eve geliyorum. Ama şimdi buradayım ya, ne yapıp edeceğimi kestiremiyorum. (Biraz durduktan sonra.) Eskiden beri yaşamımı boşa harcamamak baş düşüncemdi. Ama buraya her dönüşte yaşamımı boşa harcamaktan başka bir şey yapmadığımı anlıyorum.

Ben Bunu sevdim.

                                            

(Biff alternatif tirad) Oyun sonu

Yeter artık baba! Yeter! Gerçeği kendi kulağınla işiteceksin! Senin ve benim kimler olduğumuzu. Bu evde on dakika olsun gerçeği konuşmadık! Bıktım artık baba yeter! Şimdi dinle Willy Loman işte bu benim!

Üç ay boyunca neden adresimin olmadığını biliyor musun? Kansas şehrinde bir takım elbise çaldım bu yüzden hapse atıldım. Lise yıllarından beri bütün güzel işlerden hırsızlık yaptığım için atıldım! Bir yerlere gelemedim... Çünkü baba sen beni öyle yetiştirdin öyle şişirdin ki hiç kimseden emir almaya gelemez oldum! Bu kimin suçu?

Yok! Kimse kendini asacak değil, Mister Loman!
Bu gün elimde bir kalem on bir kat merdiveni koşarak indim. Sonra birdenbire durdum, beni işitiyor musun? O binanın ortasında duru verdim, işitiyor musun? Binanın ortasında durdum da baktım; göğe baktım. Bu dünyada sevdiğim şeyleri düşündüm. Çalışmayı , yemeği , oturup bir sigara tellendirmeyi. Sonra kaleme baktım da kendi kendime bunu ne diye kapmış tutuyorum, dedim? Dairelerde işim ne ? Kendimi küçültüyorum, dilenci durumuna düşüyorum, oysa bütün istediğim orada göğün altında açıkta, kim olduğumu bilmiyorum dediğim anda emrime hazır beni bekliyor. Bunu neden demiyorum, baba? Baba! Benim gibilerin bini bir paraya, senin gibilerinde! Ben ne lider olacak adamım, ne sen. Bütün ömrünce çok çalışan satıcıdan başka bir şey olmadın, sonunda da öbürleri gibi çöplüğe atıldın! Ben de ancak saati bir dolar edenlerdenim!...
Willy Loman, yedi devlet dolaştım, piyasayı on para yükseltemedim! Saati bir kağıt! Ne dediğimi anlıyorsun ya? Artık benden eve başarılarla, nişanlarla gelmek paso. Sen de benim o türlü gelmemi beklemekten vazgeçeceksin!...

Baba ben bir hiçim, baba hala anlamıyor musun? Artık bunun inatlık bir yanı kalmadı. Ne isem oyum ben, başka bir şey değil.


"Satıcının Ölümü" adlı oyunun özeti

Satıcının ölümü (Death of a Salesman), Arthur Miller’ın iki perde ve bir Requiem’-lik oyunudur. Yazım 1949. Yaşlı bir seyyar satıcı olan Willy Loman'ın satışları artık azalmıştır. Ama ailesinin geçimini karşılamakta oldukça zorlanmaktadır. Oğulları Biff ile Happy, mesleklerinde başarıya ulaşamayınca, avunmak için çeşitli maceralara atılırlar. Loman yıllarca hizmet ettiği firma tarafından artık bir işe yaramadığı gerekçesiyle çıkartılır. Acısını unutmak isteyen mutsuz satıcı kendini garip bir neşeye kaptırır, olmadık hayaller kurar. Karısı Linda gitgide çöken aileyi toparlamağa çalışırsa da başaramaz. Oğullarından da destek görmeyen Loman olaya kaza süsü vererek intihar eder. Oyun, meslek hayatındaki güçlüklerin aile çevresindeki yankılarını ve bunun sonuçlarını ortaya koyar.

Ayrıca bknz:



                                                                                                

Oyunun Adı: Cyrano de Bergerac
Yazan: Edmond Rostand
Çeviren: Sabri Esat Siyavuşgil



                  CYRANO

– Bu kadarı az delikanlı! Asıl iş edada. Mesela bak;

  • Hoyratça, “Burnum böyle olsaydı mösyö, mutlak Dibinden kestirirdim!”
  • Dostça, “ Yana yatmaz mı? Senden önce davranıp kadehe batmaz mı?” 
  • Tarifle, “Burun değil bir kere, coğrafyada Böylesine dağ denir, dağ değil, yarımada!” Mütecessis, “Acaba ne işe yarar bu alet? Makas kutusu mudur, divit midir, izah et?” Zarifhâne, “kuşları sevdiğiniz besbelli! Yorulmasın diye yavrucaklar, temelli Tünek kurmuşsunuz!” 
  • Pürneşe, “ Birader şu Koskocaman burunla türün içince, komşu yangın var demiyor mu?” Müdebbir; “Aman yavrum! Bu ağırlıkla yere düşmenden korkuyorum!” 
  • Müşfik, “Yaptırın ona küçük bir şemsiye, Yazın fazla güneşten rengi solmasın diye!” Alimane, “Görmüşüm Aristophanes’de belki Hippocampelephantocamelos adındaki Hayvanın burnu gayet büyükmüş!Sen ne dersin?” 
  • Nobran, “Zaten bilirim, sen misafir seversin; Bu şapka asmak için mükemmel icat!” 
  • Şairane, “Ey burun, bütün cihana inat, Seni baştan aşağı nezle etmeye kaadir Tek rüzgâr bulunamaz, karayel müstesnadır!” Hazin, “Bir de kanarsa, Kızıldeniz! Ne bela! Hayran, “ Lavantacıya ne mükemmel tabela!” 
  • Lirik, “Bu Tanrıların bindiği bir gemidir!” 
  • Safiyane, “Abide ne günleri gezilir?”” 
  • Hürmetkârane, “Mösyö, kibarsınız muhakkak, Yoksa var mı cumba sahibi olmak!” 
  • Köylü, “Vış anam! Bu ne? Bilmem guş muh, balık mıh? Yoğusa tohuma kaçmış bir salatalıh mı?”
  • Sivri akıllı, “Bunu tombalaya koymalı! Kim elinden kaçırmak ister böyle bir malı?” 

Ve hıçkıra hıçkıra nihayet, Pyrame gibi, “Bu ne felaket! Bu ne musibettir Yarabbi! Böyle berbat edip de yüzünü sahibinin, Şimdi de utancından kızarıyor, bak hain!” -Olsaydı biraz nükte, biraz malumatınız, İşte karşıma geçer bunları sayardınız. Fakat sizde nükteden eser yok zerre kadar, Neyleyeyim Cenabıhak ihsan buyurmamışlar! Zaten bir parça icat kudreti olsa bile, Böyle seçkin, muhterem huzzar önünde hele, Bana bu şakaları yapmazdınız elbet. Ağzınızdan çıkmaya daha olmadan kısmet Bunlardan bir tekinin en ufak başlangıcı, Karşınıza Bergerac’ın kılıcı! Ben bunları söylerim, oldukça belagatla! Başkasından dinlemem fakat tekini bile.

Cyrano De Bergerac oyunun özeti

Cyrano de Bergerac kılıcının gücü kadar, etkili ve güzel konuşması ve burnunun büyüklüğü ile de tanınmış bir silahşör dür. Kuzeni Roxane'a olan aşkını burnunun iriliği nedeniyle duyduğu çekince yüzünden dile getirememiştir. Cyrano'nun emrindeki yeni yetme yakışıklı silahşör Christian da Roxane'a aşıktır; ne var ki aşkını Roxane'ı etkileyecek kadar güzel kelimelerle ifade edemeyeceği için suskun kalır. Roxane ise Christian'ı görüp beğenir ve bir ağabey olarak bildiği Cyrano'dan bu genç adamla irtibatlarını sağlamasını rica eder. Cyrano, duygularını perde arkasından olsa da Roxane'a bu yakışıklı silahşör aracılığıyla aktarabilmek için, Christian'a değişik bir öneride bulunur: Cyrano bütün aşk mektuplarını yazacak ve ikili buluşmalarda suflör (fısıldayıcı) görevini üstlenecektir. Bu şekilde gelişen ilişki, silahşörlerin cephe emri almasıyla yeni bir boyut kazanır. Roxane ve Christian, birlik cepheye doğru yola çıkmadan hemen önce acilen evlenirler. Cyrano, Roxane'a Christian'ı koruyacağına söz verir. Cyrano Christian'ı korumakla kalmaz; onun ağzından her gün Roxane'a iki mektup yazıp, cephe gerisine kendisi götürür. Ayrılığa ve mektuplardaki hislerin gücüne dayanamayan Roxane, cepheye gelmek üzere yola çıkar.



Aynı gün, Christian Cyrano'nun kendisinden habersiz Roxane'a mektup yazdığını farkeder ve bu aşkı Roxane'a itiraf etmesini ister. Christian bir mermi ile yaralanır; ölümü Roxane'ın kollarında olacak ve veda mektubunun üzerinde Cyrano'nun gözyaşları ve Christian'ın kanı yer alacaktır. Cyrano sırrını saklamaya karar verir. Roxane manastıra kapanma kararı alır. Eser, yıllar sonra Cyrano'nun Roxane'ın kollarında aşkını nihayet açıklaması ve hayata gözlerini yumması ile son bulur.

Ayrıca bknz:





                                                                                                            

Oyun Adı: Müfettiş
Yazan: Nikolay V. Gogol
Çevirenler: Melih Cevdet Anday - Erol Güney

                                                 OSIP
 - Allah belasını versin. Açlıktan geberiyorum. Midem bomboş... karnım gur gur ötüp duruyor. Ah bir eve dönsek! Ne yapsam bilmem ki! Piter'den çıkalı iki ay oluyor. Çapkın, yolda elindekini, avucundakini yedi, bitirdi. Şimdi de süt dökmüş kedi gibi düşünüyor. Bol bol yol paramız vardı. Ama kendisini nasıl gösterecek? (Taklit ederek) "Hey! Osip, git, bir oda tut, en güzel odayı tut. En iyi tarafından yemek ısmarla. Ben, öyle olur olmaz yemekleri yemem. Bana yemeğin en iyisi gerek." Önemli bir adam olsa ne ise, küçük bir kayıt memuru! Önüne gelenle dost olur, sonra da başlar ***** oynamaya. İşte sonu böyle oluyor. Off... bıktım bu yaşamdan. Vallahi, köy daha rahattı. Orada kent yaşamı yoktur ama üzüntüsü de azdır... Bir kadın alırsın, ondan sonra ömrün boyunca keka, ye böreği, yat aşağı. Elbet doğrusunu söylemek gerekirse, Piter'de yaşamak çok güzel. Yalnız, iş parada... para olduktan sonra, günler daha ince, daha politikalı geçer. Tilaturalar, dans eden köpekler, hepsi önünde... ne istersen var. Herkes ince, nazik konuşur. Daha nazik konuşanlar var, ama onlar soylular. Bir pazara gidersin. Satıcılar bağırır: "Buyurun, bayım!" Diyelim salda giderken bir memurun yanında bile oturursun. Kibarlık görmek istiyorsan bir mağazaya git. Orada emeklinin biri sana askerlikten açar. Gökyüzündeki yıldızların neye yaradığını, ne olduklarını anlatır. Onları sanki avucunun içi gibi öğrenirsin. Bazen yaşlı bir subay karısı düşer... bazen de bir hizmetçi girer, ama bir içim su... öf... öf... öf! (Güler, başını sallar.) Hey canına yandığımın... ne muameledir o! Hiç kaba bir sözcük işitilmez. Herkes sana, siz der. Yürümekten mi bıktın, atla bir arabaya, bey gibi kurul. Parasını vermek istemiyorsan, onun da kolayı bulunur: Her evin iki kapısı vardır. Birinden girer, ötekinden çıkarsın. Şeytan bile bulamaz seni. Yalnız, bu yaşamın kötü bir yanı var: Kimi zaman karnını güzelce doyurursun, kimi zaman da, işte bugünkü gibi açlıktan geberirsin.
Ama bütün suç onda. Halimiz duman, başımız dertte yahu! Babası para gönderiyor. İnsan biraz tutumlu olur, değil mi? Nerede... başlar hovardalığa. Arabadan aşağı inmez, her gün tilatura için bilet al, bir hafta sonra ne görürsün? Yeni frağını bitpazarına satmaya yolluyor! Gömleğine varıncaya kadar sattığı oldu. Üstünde bir ceketi, bir de kaputu kaldı. Vallahi böyle. Kumaşı da ne güzeldi ama! İngiliz. Bir frak 150 rubleye mal olur, ama bitpazarına götürdün mü, vere vere 20 ruble verirler. Hele pantolon, yok pahasına gider. Bu duruma düşmesinin nedeni de ne? Aklı havada, ondan! İşine gücüne gideceğine piyasaya çıkıyor, ***** oynuyor. Ah, beyefendi bunu bir öğrenirse, vallahi, memurmuş, falanmış dinlemez, pantolonunu indirir, basar sopayı, bizimki de dört gün rahat oturamaz.İnsan memursa, memurluğunu bilmeli. İşte, şimdi de, otelci: "Birikmiş borçlarınızı ödemezseniz, artık yemek vermem." dedi. Peki, parayı veremezsek ne olacak? (İç çeker.) Ah Yarabbi, bir kaşık çorba olsa. Vallahi bana öyle geliyor ki, şimdi bütün dünyayı yiyebilirim. Kapıyı vuruyorlar... O olmalı. (Yataktan fırlar.)



Oyununun Özeti


Yönettiği kente kılık değiştirmiş bir müfettiş geleceğini öğrenen bir belediye başkanı, bütün bürokratlarını toplayıp müfettişin en iyi biçimde ağırlanması talimatını verir. Yozlaşmış bürokratik ilişkiler içindeki yöneticiler, ne yapacaklarını şaşırmıştır; birkaç gündür kasabada bulunan iyi giyimli Hlestekov'u beklenen müfettiş zannederler. Oysa Hlestakov müfettiş değil, zengin bir toprak ağasının oğludur. Kumar oynayıp harçlığını çarçur ettiğinden parasız kalmıştır ve bir handa uşağı Osip ile birlikte borçlanarak kalmaktadır. Hlestakov, onu müfettiş sanan belediye başkanının ziyareti üzerine durumdan yararlanır. Kendisine sunulan ikramları kabul eder ve işi, halkın şikayetlerini dinlemeye, çözüm getireceği umudu yaratıp rüşvet almaya kadar vardırır. Sahte müfettiş ayrıca belediye başkanının karısını ve kızını da ayartır ve başkanın kızı ile uygunsuz durumda yakalananınca onunla evlenme sözü verir. Uşağının uyarması üzerine gerçek anlaşılmadan kenti terketme hazırlıklarına girişen sahte müfettiş olanı biteni bir mektupla Petersburg’daki gazeteci arkadaşına aktarır. Mektubu alan posta müdürü, kendisinden şikayet edildiğinden şüphelenerek mektubu açınca müfettişin sahte olduğunu öğrenir. Kasaba yöneticileri aldatıldıklarını anladıkları sırada kasabaya gerçek müfettiş gelir.



Oyun-tirad isteklerinizi yorum kısımına yazın en kısa zamanda eklerim...


                                                                                                                        
Oyunu Adı: Godot'yu Beklerken
Yazan: Samuel Beckett
Çeviren: Tuncay Birkan
   
(New York'ta sahnelenen bir temsilinden...)
                                  
                        VLADIMIR

- Boş konuşmalarla zamanımızı harcamayalım! Fırsat varken bir şeyler yapalım! Her gün birilerinin bize ihtiyacı olmuyor. Aslında özellikle bize ihtiyaç duymuyorlar. Başkaları da daha iyi olmasa bile, aynı derecede bizim yaptıklarımızı yapabilirlerdi. Kulaklarımızda çınlayan şu yardım çığlıkları bütün insanlığa yöneltilmiş! Ama burada, zamanın bu anında, istesek de istemesek de bütün insanlık biziz. Çok geç olmadan bundan yararlanalım! Zalimce bir alın yazısının bize layık gördüğü iğrenç güruhu hakkıyla temsil edelim! Ne dersin? Kollarımızı kavuşturup yardım etmenin iyi ve kötü yanlarını hesaplarken cinsimize kötülük etmediğimiz doğru. Kaplan hiç düşünmeden hemcinsinin yardımına koşar ya da çalılıkların kuytularına siner. Ama sorun bu değil. Sorun burada ne yaptığımız. Ve cevabı bildiğimiz için mutluyuz. Evet, bu uçsuz bucaksız karmaşada kesin olan tek bir şey var. Godot'nun gelmesini bekliyoruz. Ya da gecenin çökmesini. Buluşacağımız yere saatinde geldik ve bu da sonu işte. Aziz değiliz ama bu da sonu işte. Aziz değiliz ama buluşacağımız yere saatinde geldik. Kaç insan böyle bir şeyle övünebilir?


"Godot'yu Beklerken" adlı oyunun özeti

Eser, Absürt tiyatronun ilk eserlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Kimi eleştirmenler eseri “ modernliğin monotonluğu ve anlamsızlığının parlak bir şekilde kaleme alınışı” olarak değerlendirirken, Kimileri de “can sıkıcı bir çöp olarak “ olarak değerlendirdiler.

Oyun ilginç konusu, kaldıkları mekândaki çaresizliği vurgulayan imkânsızlıklarla bütünleşen çaresizlikler, yalanlar ve bu yalanları yücelterek kurtuluşu bekleyenlerin ruh hallerini oldukça başarılı bir şekilde dile getirebilmesi ile dikkati çekmektedir. Beklerken hiçbir şey yapamayan, kurtuluş için hiç bir imkânları olmayan insanlar  kendilerini kurtaracağına inandıkları Godot’yu beklemektedir. Bu aslında bir yalandır, Bu yalanı da kendileri çıkarmışlardır. Gelmeyeceğini bildikleri halde Godot'yu beklemek bu insanların yapabileceği, tek şeydir. Ama buna inanmak onları hayata bağlamaktadır.” Yaşamın anlamsızlığı oyunda leitmotiv olarak sürekli gündeme getirilir. Belki de biteviye beklenip de hiç bir şekilde yardımımıza gelmeyen farazi bir tanrımızın olduğuna ışık tutuyordur “




Eser, absürd tiyatronun en önemli eserlerinden birisidir. Oyunun kahramanları olan Vladimir ve Estragon, yolları kesişince birbirleri ile iletişim kurmaya çalışan ve varoluş sancıları çeken iki kahramandır. “Her gün yinelenen bu ritüelde bellek, işlevini yerine getiremeyince de gerçekliğin kesinliğinden uzaklaşmaya başlarlar.”

Kaynak: Wikipedia




Oyun-tirad isteklerinizi yorum kısımına yazın en kısa zamanda eklerim...

                                                                                                            

Oyun Adı: Ağzı Çiçekli Adam
Yazar: Luigi Pirandello
Çeviren: Ali Poyrazoğlu





                       ADAM
Ölüm, garip, iğrenç, korkunç bir böcek olsa ve yoldan geçen birinin yakasına konsa. Siz de onu görseniz. Yolda durdurup: “Afedersiniz, müsaade eder misiniz? Yolunuzu kestim ama üzerinize ölüm konmuş” demez misiniz? Şöyle iki parmağınızı uzatıp onu fırlatıp atmaz mısınız? Ne mükemmel olurdu doğrusu…

Fakat ölüm bir böcek değil. Bu gelip geçenlerin arasında birçokları onu üzerlerinde taşıyorlar, ama görünmüyor. Onun için de korkusuz, rahat rahat dolaşıp, yarınki, yarından sonraki hayatlarını kuruyorlar. Örneğin ben.

Bakın, şurada bıyığımın altında, dudağımın üstünde pek hoş duran küçük çiçeği görüyor musunuz? Doktorlar buna ne diyorlar, biliyor musunuz? Oh! Çok hoş bir adı var. Karamela gibi tatlı bir ad: epitelyoma Söyleyin benimle beraber, siz de tadını duyacaksınız.

“epitelyumyoma”. Çiçeklere takılan adlara da benziyor değil mi?

Nedir bu biliyor musunuz? Ölüm.
Geçerken bu çiçeği dudağıma yapıştırıverdi. “Hatıram olsun” dedi. Arkasından da şunu ekledi “Beş altı aya kadar gelirim.”

Şimdi söyleyin bana: Bu çiçek ağzımın içindeyken sakin, sesszi köşemde oturabilir miyim?

Söylüyorum bunu karıma, soruyorum: “Nedir benden istediğin? Öpeyim mi seni yani?” “Evet, öp beni” diyor.
Geçen gün ne yaptı biliyor musunuz? Dudaklarını bir toplu iğne ile delik deşik etti, kanattı, sonra başımı iki elinin arasına alarak beni ağzımdan öptü. Benimle beraber ölmek istiyormuş.

Salak!

Herhalde evde oturacak değilim. Vitrinleri seyretmeliyim, tezgahtarların el çabukluğuna hayran olmalıyım.
Çünkü kafam bir an boş kalırsa çevremdeki bütün hayatı yok etmeyi düşünebilirim. Örneğin sizin gibi son trenini kaçırmış, hiç tanımadığım birini tabancamı çıkarıp şuracıkta öldürebilirim.

Korkmayın böyle bir niyetim yok. Şaka yaptım.

Bana bir iyilik yapın: Yarın sabah erkenden gideceğiniz o küçük köyün istasyonunda trenden indikten sonra evinize kadar yürüyün. Yolda üzerinde pırıl pırıl kırağı parlayan bir demet yeşilliği koparın, koparın ve sayın. Kaç tane ot koparmışsanız o kadar yaşayacak günüm var demektir.

Ama ne olur demet biraz kalın olsun. 


"Ağzı Çiçekli Adam" oyunun özeti

Oyun, ağzının kenarında oluşan bir kanser dokusu nedeniyle ölmek üzere olan bir adamın, tren garında hiç tanımadığı birine içini dökmesiyle başlar. Oyunculuk sınavlarına giren pek çok aday bu tiradı tercih etmektedir. Tavsiye edilir.




Oyun-tirad isteklerinizi yorum kısımına yazın en kısa zamanda eklerim...


                                                                                                        

Oyun Adı: Cadı Kazanı
Yazar: Arthur Miller
Çevirenler:Sabahattin Eyuboğlu – Vedat Günyol




                     PROCTOR 
-Orospu, evet, orospu bu kız!  Surata bakın!  Bir çığlık da benim için atar şimdi!  Cadı der bana da!  Yattım, bayım, ben yattım bu kızla!  İnsan durup dururken adını kirletmez.  Bundan kuşkunuz olmaz herhalde.  (Utançtan sesi kısılır gibidir) Hayvanlarımın yattığı ahırda, sekiz ay kadar önce…  O günden sonra da olan oldu bana.  Bu kız, benim evimde hizmetçiydi, bayım.  (Ağlamamak için çenesini sıkar.)  İnsan bazen Allahı uykuda sanır, uyumaz oysa, Allah her şeyi, her şeyi görür.  Biliyorum artık bunu.  Yalvarırım bayım, yalvarırım, bu kızı olduğu gibi görün artık.  Karım, sevgili, iyi yürekli karım, olan bitenden biraz sonra bu kızı kapı dışarı etti, sokağa attı.  İşte içerlediği bu yalnızca, yediremediği bu kendine!  Onun için de, kalkmış şimdi…  (Devam edemeyecek kadar perişandır.)  Sayın başkan, beni bağışlayın, bağışlayın bu halimi!  (Kendi kendine kızar, yüzünü Danforth’dan çevirir.  Sonra içinde kalanı birden boşaltır gibi)  Niyeti karımın mezarı üstünde benimle hora tepmek!  Hani olmayacak şey de değil bu, düşkünlüğüm yok değildi bu kıza.  Allah yardımcım olsun!  Düşkünlüğümü belli ettim ona, umuda kapıldı bundan.  Ama kahpece öç almak, onun bütün istediği bu.  Görün, böyle olduğunu.  Kendimi teslim ediyorum size, ne isterseniz yapın.  Ama, görün her şeyi olduğu gibi.  Görmezlik edemezsiniz artık.  Kendi onuruma teneke çaldım uluorta!  Kendimi kepaze ettim önünüzde!  Bana inanmazlık edemezsiniz artık, Bay Danforth.  Karım suçsuzdur, tek kusuru bir kahpenin kahpeliğini fark etmiş olmaktır.

"Cadı Kazanı" adlı oyunun özeti

John Proctor, eşi Elizabeth ile birlikte Salem’de Hristiyanlığa bağlı ve kapalı bir toplumda yaşayan özgür düşünceli bir çiftçidir. Papaz Parris’in bağnazca vaazlarını dinlememek için kiliseye gitmediğinden toplumda yabancı gözüyle görülür.

Papaz Parris’in yeğeni olan ve evlerinde çalışan Abigail Williams, John’u karısı Elizabeth’in uzun hastalığı sırasında baştan çıkarmış; Elisabeth ise iyileştiğinde durumu anlayarak Abigail’i evden uzaklaştırmıştır. Abigal’le ilişkisine son veren Proctor, karısına karşı vicdanında rahatsızlık duymaktadır. 1692 yılının Ocak ayında Abigail, Proctor’ların yeni çalışanı Marry Warren, Papaz Parris’in dokuz yaşındaki kızı Betty Parris ve onlara bakıcılık yapan zenci köle Tituba ile birlikte ormanda çocuksu oyunları arasında ruh çağırmakta, büyülü iksirden içip çıplak dans etmektedir. Genç kızlar, kendi aralarında gizli “cadıcılık oyunu” nu oynarken Papaz Parris’in baskınına uğrarlar ve Betty düşüp kalır. Cadılık söylentileri üzerine halkın Parris’in evinin önünde toplanması karşısında Papaz Parris kızını iyileştirmesi için şeytan kovma uzmanı Papaz Hale’i haber çağırır. Böylece Hale “cadı avı”na başlar. Gnç kızlar suçlamalardan kurtulabilmek için cadılık suçlamalarını başkalarının üzerine atmaya çalışırlar. Kızların suçlamaları yüzünden çok sayıda kişi tutuklanır. Çiftçi Protoctor’a saplantılı bir ilgi duyan Abigail, Protoctor’un karısı Elisabeth’in adını verir.

Proctor, cadı mahkemesi karşısında Abigail ile olan evlilik dışı ilişkisini açığa dökerek karısını kurtarmak ister. Ancak, başka bir yerde sorguya çekilen Elisabeth, kocasını kurtamak için, kocasının böyle bir ilişkisini bilmediğini söyleyince, Proctor’un savı kanıtsız kalır.
Elisabeth serbest bırakılırken, Proctor cadılık suçuyla hapse girer.

Bu arada Abigail, kilisenin paralarıyla uzaklara kaçmıştır. Gittikçe huzursuzlaşan halkı yatıştırmak amacıyla mahkeme, bir kişiyi ölüme mahkum etmeye ve suçunu itiraf etmesi koşuluyla salıvermeye karar verir. Bu kişi Proctor’dur; başka cadı adlarını da vermesi koşuluyla serbest bırakılacak, itirafnamesi de kilisenin kapısına asılacaktır. Ancak kendi adını ve saygınlığını sonuna kadar korumaya çalışan Proctor, yalancı tanıklıkta bulunmayı reddeder ve diğer masum insanlarla birlikte idama gider.

Ayrıca bknz:
  • Cadı Kazanı filmi: --- imdb


Oyun-tirad isteklerinizi yorum kısımına yazın en kısa zamanda eklerim...

                                                                                                            

Oyun Adı: Caligula
Yazar: Albert Camus
Çeviren: Abdullah Rıza Ergüven





                  Caligula


Caligula!Sen de suçlusun,sen de.Öyleyse ha biraz fazla ,ha biraz eksik.İyi ama,suçsuz insanın bulunmadığı şu yargıçsız dünyada kim cesaret edecek beni yargılamaya!(Aynaya yaklaşır kederli bir sesle )Görüyorsun ya,Helicon geri dönmeyecek.Ay’ı elde edemeyeceğim.Ah ne acı şey haklı olmak ve ölene kadar devam etmek.Evet ,ölmekten korkuyorum.Silah sesleri!Suçsuzlar zafere hazırlanıyor.Niçin onların yerinde değilim!Korkuyorum.Ne iğrenç bir şey,başkalarını hor gördükten sonra,kendini de aynı korkaklık içinde bulmak!Hiç önemi yok.Korku devam etmez.Az sonra insanın yüreğine ferahlık veren o büyük boşluğa kavuşacağım.Büyük bir boşluğa.

Aman Tanrım ne karışık gözüküyor dünya!Oysa her şey çok basit.Ay’ı ele geçirseydim,aşk yeterli olsaydı,herşey değişecekti.Ama nasıl gidermeli şu susuzluğu?Hangi yürek ,hangi tanrı verebilir bana göller dolusu suyu?(Diz çöker,ağlar)Ne bu dünyada,ne ötekinde beni doyuracak hiçbirşey yok.Oysa biliyoruz ki,(Ağlayarak elini aynaya uzatır)olanaksızın mümkün olması yetecekti imkansız!Dünyanın ve varlığımın en son sınırına giderek aradım seni.Ellerimi uzattım!(bağırır);Elimi uzatıyourm ve karşımda hep seni buluyourm,oysa sana karşı içim kin dolu.Gitmem gereken yolu bulamadım.Hiç bir yere varamıyourm,hiç bir yere özgürlüğüm iyi bir özgürlük değil.Hiç bir haber yok!Hala hiç bir haber yok.Of!Ne uzun gece ‘Helicon geri gelmeyecek:Sonsuza dek suçlu kalacağız,insan yüreğini kaplayan acı kadar ağır bu gece.İnsan Yüreğini kaplayan acı kadar...

"Caligula" adlı oyunun özeti

Gaius Julius Caesar Augustus Germanicus (d. 31 Ağustos 12 – ö. 24 Ocak 41), daha çok Caligula takma adı ile bilinen, 37 - 41 yılları arasında görev yapmış, Julio-Claudian Hanedanı mensubu ve Roma İmparatorluğunun üçüncü imparatoru.

Aşırı savurganlığı, tuhaflığı, ahlaksızlığı ve acımasızlığıyla tanınır, despotluğuyla hatırlanır. Kendi muhafızlarının birkaçı tarafından 41 yılında öldürüldü. Romalı tarihçi Suetonius, Sezarların hayatı adlı eserinde döneminin en ünlü olaylarını anlatır.

Günümüze ulaşan kaynaklar, Caligula'nın zalimliği ve var olduğu iddia edilen deliliği üzerine anlatılan anekdotlara odaklanmaya meyillidirler. Bu kaynaklar, özellikle Suetonius, ne kadar kapsamlı olurlarsa olsunlar sansasyonel ve önyargılı oluşları nedeniyle modern araştırmacılar arasında bir tartışma konusudur. Sık sık bu dönemin en tarafsız tarihçisi olarak gösterilen Tacitus'un Caligula'nın saltanatı hakkında yazdıkları maalesef kaybolmuştur.

Ayrıca bknz: 
  • Caligula Filmi: --- İmdb


                                                                                                                        
Oyun-tirad isteklerinizi yorum kısımına yazın en kısa zamanda eklerim...

Erkek oyuncular için daha fazla çağdaş dönem oyunu için 2.kısıma bakabilrisiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder