30 Temmuz 2016 Cumartesi

Aktörlük mü? Tavsiye edebileceğim bir kaç şey....

Herkese merhaba!

Eminim herkes hayatının bir döneminde
oyunculuğa ve tiyatroya ilgi duymuştur. Ancak geçim sıkıntıları olsun, başaramama korkusu olsun, o zaman ki hayat şartları ya da zamanlama olsun bir şekilde ilgilenmeye ve çaba sarf  etmeye vakit bulamamışızdır. Eğer işte şuan tam zamanı diyorsanız ve gerekli özveriyi sağlaya bileceğinizi düşünüyorsanız, şimdi size anlatacağım bir kaç yöntem size zaman kaybını azaltarak iyi bir sonuca ulaşmanıza yardımcı olacaktır.

Tamam belki hayallerinize açılan kapıyı gösteremeyeceğim ama o kapıya ulaşmak için basit bir başlangıç rehberi gösterebilirim. Aynı yollardan bende geçtim. Bu yüzden deneme yanılma kısmıyla uğraşmayın istiyorum...


Bir kaç başlık altında yaşınızın ve durumunuza göre bu kısımları anlatmaya çalışacağım...

1. Oyunculuk bölümlerine hazırlanmak...

2. Oyunculuk kurslarına gitmek...

3. Kendi çalışmalarınız...

Böyle bir mesleği seçtikten sonra, ister istemez sorumluluklarınız ortaya çıkacaktır. Tabii başlangıçta sadece kendinize karşı...

Örneğin her zaman iyi bir diksiyon ve artükilasyon sizin olmazsa olmazının olmalıdır. Ayrıca kilonuz ne olursa olsun zinde bir bedeniniz olmak zorunda...

Eğer ciddi bir eğitim almadıysanız ve herhangi bir çalışma tecrübe etmediyseniz öncelikle çalışılacak çok konu var demektir.

Siz şimdi diyeceksiniz, televizyondaki oyuncuların hepsi mi bu eğitimi alıyor? Benim cevabım evet olacaktır. Çünkü dizilerde ve filmlerde kayda değer oyuncuların hepsi hayatının bir döneminde bu eğitimleri almışlardır ve hala alıyorlardır. Böyle bir eğitimi almayanlar ise emin olun kayda değer oyuncular değillerdir.

Burada sözlerimin yanlış anlaşılmaması için bir açıklama gereği hissediyorum. Şöyle ki herhangi bir üniversite-oyunculuk mezunu olmayıp çok iyi sanatçılar var değil mi? Evet, ama onlar da emin olun bir çok oyun, bir çok çalışma ile bugünkü noktalarına geldiler.
Anlatmaya çalıştığım hiçbir yetenek tanrı vergisi değildir. O yeteneği nasıl işleme beceriniz olmasıdır önemli olan.


Morgan Freeman
Size şöyle bir örnek vereyim: ünlü oyunculuk hocası ve kuramcısı Eric Morris, avrupa da seminer verdiğinde Hollywood'un en önemli oyunucularından Morgan Freeman da peşinden gitmektedir. Çünkü O bile hala eğitim alma ihtiyacı duyuyorsa emin olun öğrenilecek de çok şey vardır.

Eğer sizde bu sanata gönül vermek istiyorsanız, hiç bir zaman geç değildir. Bir yerden başlamak lazım değil mi? Eğer öğreneceğim çok şey var diyorsanız. Sizde koşmaya başlayın! Bilgi birikiminiz ve tecrübeniz yeterli olduğunda koşmayı bırakmayın.

Bu blogu hazırlama amacım oyunculuğun sanıldığı kadar basit bir meslek olmayışını göstermek ve kaç yaşında olursanız olun; ister profesyonel bir oyuncu, ister amatör mutlaka ilginizi çekecek bir çalışma ve teknik bulabilecek olmanızdır...

Herkese kolay gelsin...







Oyuncluk Bölümlerine hazırlık



Eğer yaşınız 17-26 arasında ise ve lise mezunuysanız, iş hayatınıza profesyonel bir oyuncu olarak başlamak istiyorsanız, üniversitelerin oyunculuk bölümleri tam aradığınız yer olacaktır. Üniversitelerin oyunculuk bölümlerinde genellikle yaş sınırlaması yazmaz, ancak çoğunlukla 26 yaşın üstündeki adaylara çok sıcak bakılmadığı gerçeği ne yazık ki vardır. 



















Gelin bu bölümlerin biraz daha derinine inelim.

Öncelikle böyle bir bölümde okumanın avantajlarını, güzelliklerini ve çekiciliğini zaten biliyorsunuzdur. Ben size gelin dezavantajlarından bahsedeyim.



Şimdi yaygın olan bir gerçek var ki bu bölümü bitirdiğinizde ve öyle çok şanslı falan değilseniz, aç kalabilme olasılığınız oldukça yüksek. Evet! Çünkü sizin gibi birçok insan mezun oluyor, haliyle de bir çok rakibiniz oluyor. "Tamam bu gayet normal her meslekte böyle..." dediğinizi duyar gibiyim. Ancak sizin rakibiniz sadece oyunculuk bölümü meslektaşlarınız değil. Yıllarca mühendislik yapmış-okumuş biri de karşınıza geçip oyunculuk yapıyorum diyebilir. Okulu bitirdikten sonra sırf manken diye ya da sizden daha güzel, daha kaslı diye insanlar tercih edildiğini görebileceksiniz. Yetenekten bahsetmiyorum bile! Onun için kendinize sormanız gereken bir soru var. Çevremizi kandırabiliriz ama kendimizi kandıramayız...

 Kendinize sormanız gereken soru şu:


"Sadece diziler de oynamak için, ünlü olmak için mi oyunculuk okumak istiyorum? Yoksa bu mesleğin inceliklerini, acısını-kederini çekip gerçek bir sanatçı olmak mı istiyorum?


Üstelik ikinci seçeneği seçseniz bile gerçek bir sanatçı olma ihtimaliniz düşük. Çünkü meslektaşlarım da hak vereceklerdir, ne yazık ki her mezun, sanatçı olmaz! Karamsarlığa düşürmeye ya da vazgeçirmeye çalışmıyorum. Sadece bu yoldaki gerçekleri göstermeye çalışıyorum. Sadece şunu bilin birileri o yüzlerce hatta binlerce kişinin girdiği okulu kazanacak ve birileri o okulları bitirip sanatını iyi bir şekilde icra edecek. Peki bu neden siz olmayasınız? 



Şimdi kaldık biz bize... Kararını verdin "Evet, arkadaş oyunculuk okuyacağım! Ölmek var dönmek yok! Yaktım gemileri vs..." diyorsan sana vereceğim ilk tavsiye bol bol okumaktır. Az okuyarak da oyuncu olabilirsin(-ki olanları tanıyorum) ama iş biraz ciddiye bindiğinde ve gerçekten kayda değer bilgisi, entelektüel birikimi olan birileri ile çalıştığında hakkında sığ ya da sığır olarak bahsedilmesini istemezsiniz değil mi? Unutma sadece yetenek yeterli değildir. Yeteneği işleyebilme kabiliyeti de kazanman gerek. Bunun için de bıkmadan okumak zihninin ve bedeninin olanaklarını geliştirmen gerek.

Sınav kısmıyla ilgili birinden yardım alman gerekli. Ne yazık ki öyle, hemen hemen bütün jüriler belirli bir bilgi ve beceri düzeyi isteyeceklerdir.


Bana mail yoluyla ulaşabilir ve tavsiye isteyebilirsiniz. Bununla birlikte bulunduğunuz şehirlerde ki oyunculuk bölümlerine gidip orada ki öğrenci ve hocalarla konuşabilirsiniz. 


"Aslında her girişimde en önemli konu: Eyleme geçmek!"


Birazda sınavlar ve içeriğinden bahsedeyim size...


Öncelikle her üniversitenin oyunculuk sınavları aşağı yukarı birbirine yakındır. Tabii aradıkları kriterler bam başka olabilir. Örneğin bir okul müzik duyumuna çok önem verirken, başka bir bölüm bedensel kabiliyete daha çok önem verebilir. Ama sınavda bunlar yüzünden de geçilemediği de olmaktadır. Yani demek istediğim bu bölümlere girmek istiyorsak; iyi bir konuşma-işitme yeteneği ve esnek, kuvvetli, kabiliyetli bir beden yapısı olmazsa olmazınız olmalı. Şu da unutulmamalıdır ki kilolu biri olabilirsiniz, bu sınavları geçmenize engel teşkil etmeyecektir. Yeter ki siz, dans figürlerini yapabilen, hareketi çabuk algılayan ve bedenini zorlamaktan çekinmeyen bir beden yapısında olun. Tiyatro da sadece tek tip olamaz, zayıf,kilolu, uzun ya da kısa olan pek çok insana ihtiyaç duyulmaktadır. Gerçek hayatta da öyle değil midir?


Bunları cebimize koyduk şimdi gelelim asıl meseleye...


Hemen hemen bütün bölümlerin sınavlarında doğaçlama kısmına yer verilmektedir. 


Doğaçlama:hiç hazırlanmadan, birdenbire ve içine doğduğu gibi söyleme ve oynama biçimi. ( bknz: Tuluat)


O anda yapılması istenen bir çalışmadır. Jüri bu kısımda sahneye adapte olmanıza, yaratıcılığınıza, hissetmenize, beden kullanımınıza ve bunun gibi daha pek çok yaptığınız eylemleri değerlendirir.


Şimdi, eğer bu tip bir çalışmayı daha önce yapmadıysanız. Gerçekten zorlanacaksınız demektir. Bunun alıştırmalarını, nelere dikkat edilmesi gerektiğini önceden yapmanız-tecrübe etmeniz gerekir. Bu sayede sahne de daha rahat olursunuz ve dikkatinizi sadece önemli kısımlara verebilirsiniz. Zor gibi görünür ve bazı doğaçlamalar da gerçekten zordur, fakat yeterli çalışma ile üstesinden gelinebilecek bir aşamadır.


Eğer doğaçlama ile ilgili daha fazla bilgi ve alıştırma istiyorsanız, buradaki doğaçlama bölümünden, nasıl çalışılması gerektiğini ve sınavlar da çıkmış bir çok doğaçlama parçasını görebilirsiniz.



İkinci değinmek istediğim konu ise işitme sınavı kısmı. Sınavlar da piyano başında bulunan jüri size bir ses, iki ses, üç ses şeklinde sesler soracaktır. Bunları dinleyip, ayırt edip ses olarak "na-na" şeklinde vermenizi isteyeceklerdir. Bu konu tamamen kişiseldir. Bazen sadece bir saat kulak eğitimi( işitme-duyma eğitimi) ile hemen yapılabilir. Bazen de daha fazla uğraş ve algı gerektirebilir. 
Ama size ufak bir tavsiye: özellikle iki ses ve üç ses sorulduğunda sesleri uzunca bir süre dinleyin, ta ki ses artık duyulmayacak düzeye gelinceye kadar bekleyin. Bu sayede seslerin ayrıştığını ve daha anlaşır olduğunu fark edeceksiniz.

Tabii ki bunun yanında en iyi sonucu, bir müzik hocasından yardım alarak sağlayabilirsiniz. 

Sonraki kısımsa bedensel yeterlilik...


Bu kısımda esnekliğiniz ve bedensel kabiliyetiniz gözlemlenecektir.

Bedeninize hakim olmak istiyorsanız, bunun için yapacaklarınız çok basit her gün programlı bir şekilde koşu  ve dans eğitimi, eğer kursa yazılacak maddi durumunuz yoksa tek kişilik dans videolarını izleyip yapmaya çalışın, emin olun faydası olacaktır. Ayrıca güçlü bir fizik, okulu kazandıktan sonra da prova, derslerde de işinize yarayacaktır. Kesinlikle üstüne düşülmesi gerek bir konudur.

İyi bir beden duruşu jüri için en önemli unsurlar arasında olacaktır. Kilonuz, boyunuz ne olursa olsun zinde bir beden ile daha çok avantajınız olacaktır.





Gelelim en önemli konuya Sahne ve tiradlar...

Bazı bölümler de doğaçlama kısımını da sahnede isteyebilirler ya da okulun oda sahnesi boyutlarında olan yerlerinde de istenebilir.


Jüri her ne kadar bütün kısımlar çok önemli dese de bana göre en önemli kısım tiradların oynandığı bölümdür. Ses tonunuz, bedeninizi kullanmanız ve en önemlisi duygunuzun gerçekliğini göstereceksiniz.



Önceden seçtiğiniz çalıştığınız bir komedi bir dram türünde olan parçalarınızı jüri karşısında oynayacaksınız. Bazı bölümler de kendi verdikleri zorunlu tiradlar olabilir. Bunları büyük özveriyle çalışıp girmelisiniz. Sınav da ışığınızı en iyi şekilde yansıtabileceğiniz kısım bu kısımdır. 



Bu kısım çok önemlidir. Çünkü sizi yanlış çalıştıran insanlar olabilir ve yıl kaybetmenize neden olabilir.

 Bunun için metni nasıl okumalıyız, tirad çalışırken nelere dikkat etmek gerekir, diksiyon nedir?, ezberleme çeşitleri nasıldır gibi pek çok sorunuza aşağıdaki linklerden aktarmaya çalışacağım.

Tirad Nedir? Tirad Çalışması...
Diksiyon nedir? ve Ses Organlarını Geliştirme Çalışması
Sonuç olarak, bu sınavlarda daha önemli-önemsiz ayrımı yapmadan bütün kısımları iyi bir şekilde çalışmak gerekir. İyi olmadığınız konunun üstüne daha fazla gidin. İnsanlara soru sormaktan çekinmeyin! Herkes bir şekilde sorularının cevaplarını öğreniyor, yeter ki kendinize olan inancı kaybetmeyin.

Bende dahil olmak üzere pek çok arkadaşım, bu bölümleri en az iki yıl denedikten sonra kazandık. Bazı arkadaşlarım ilk senesinde, bazıları da 4-5 yıl denedikten sonra kazandı. Sınav da başarılı olmamanız sizi yeteneksiz yapmaz. Eğere böyle bir durumla karşılaşırsanız, durumu avantajınıza çevirin daha çok hırslanın!

Okuduğum bölüme sınav da yedek kadrosu ile giren arkadaşlarım, bölümün en iyi oyuncuları arasında gösterilerek mezun oldular. Demek istediğim bu meslekte hiçbir şeyin önceden görülemeyeceğidir. Eğer "işi şansa bırakmayacağım" diyorsanız, yukarıda yazdığım gibi çok okumak, çok çalışmak ve kendinizi bilgi-öğrenmeye karşı hep açık tutmanız gerekmektedir.

Beden söylemesi...



Belki ilginizi çekebilir....

2.Oyunculuk kursları... Tıkla

3.Bireysel Çalışmalar...Tıkla


Herkese başarılar!

Bayan Oyuncular için Çağdaş Dönem Tiraldlar 1

Bayan Oyuncular içi Tiradlar

 :(  Kolay Gelsin  :)

Oyunun adı: Jan Dark (Jeanne d'Arc)
Yazan: Bernard Shaw 
Çeviren: Sevgi Sanlı



                                   Jan
Verin o yazıyı bana (Masaya koşup, kağıdı kaparak parça parça eder) Varın yakın ateşinizi. Fare gibi deliğe tıkılmam ben.Seslerim haklıymış. Sizin ahmak olduğunuzu söylemişlerdi. Bunların güzel sözlerine, merhametlerine güvenilmez demişlerdi. Hayatımı bağışlayacağınıza söz verdiniz. Yalanmış. Yaşamak nedir sizce? Donup taş kesilmemek mi sadece? Ne kuru ekmek bulunca gam, yerim, ne de duru su içmek derttir benim için.Ama gök kubbenin şavkından, o güzelim kırların çayırlarından, çimeninden yoksun bırakmak beni... Dağda bayırda askerlerle at koşturmamayım diye ayağıma pranga vurmak... Bana havasız , nemli karanlığı koklatmak... Sizin bu kötülüğünüz, sizin bu sersemliğiniz beni Tanrı'dan bile soğuturken, gönlümü gene O'nun sevgisiyle dolduracak her şeyi almak elimden, cehennem ateşinden de beterdir. Savaş atımdan vazgeçebilirim. Etekle dolaşmasam da olur. Sancaklar, borazanlar, askerler yanı başımdan geçip gitse de öbür kadınlar gibi geride bırakmayı nefsime yedirebilirim. Yeter ki rüzgârda ağaçların hışırtısını, güneşte öten çayır kuşunu, köyümün sağlıklı ayazında meleyen kuzuları işitebileyim. Akşam çanları bana melek seslerini getirsin gene. Bunlar olmadan yaşayamam ben. Bunları benden ya da başka bir kuldan almaya kalktığınız için siz, biliyorum şeytanın emrindesiniz. Oysa bana yol gösteren Tanrı'dır. Tanrı'nın hikmetine aklınız ermez sizin.Beni ateşlerden geçirip bağrına basacak odur. Çünkü öz evladıyım O'nun. Benimle birlikte yaşamaya layık değilsiniz sizler. Şu güzelim dünyayı yaratan Tanrım. Senin ermişlerine dünya ne zaman kucak açmayı öğrenecek? Ne zaman ulu Tanrım, ne zaman... Son sözüm bu işte.

2.Tirad

               Jan
Ne gururlu, ne de dik başlıyım. Fakir kızın biriyim ben. Üstelik kara cahil. Gurur benim neyime? Dikbaşlı olduğumu söylüyorsunuz... ama Tanrının sözünden dışarı çıktığım yok. Hakkın sesine kulak veriyorum ben. Size hiçbir zaman yalan söylüyorsunuz demedim. Ama siz seslerimi yalancılıkla suçladınız. Ne zaman yalan söylediler onlar, sadece sağduyumun yankıları bile olsalar, ne zaman? Oysa siz, dünya işlerinde hep yanlış öğütler vermiyor musunuz? Evet, yalnızım yeryüzünde, her zaman yalnızdım. Fransa kana bulanmış can çekişirken babam ağabeylerime, sürümüzü beklemezsem beni boğmalarını söylemişti. Koyunlarımıza ilişen olmasın da Fransa elden gitmiş kimin umurunda?  Fransa'nın, kralın sarayında dostlar var sanırdım. Ama paramparça vücudundan lokma koparmak için boğuşan kurtlar çıktı karşıma. Tanrının her yerde dostları var sanırdım. Çünkü herkesin dostudur yeri göğü yaradan. Daha gözüm açılmadan önce, şimdi beni kapı dışarı eden sizlerin, kılıma dokunulmasın diye birer güçlü kale gibi beni koruyacağınıza inanırdım. Ama artık akıllandım. Akıllanmaktan da zarar gelmez kimseye. Yalnız olduğumu söylemekle beni korkutacağınızı sanmayın. Fransa da yalnız. Tanrı da yalnız... Yurdumda Tanrının yalnızlığı yanında benim yalnızlığım nedir ki? Şimdi görüyorum, Tanrı gücünü yalnızlığından alır. Sizin küçük, haset dolu öğütlerinize kulak verse hali nice olurdu? Pekâlâ, benim yalnızlığım, benim gücüm olacak. Tanrıyla yalnız kalmak daha iyi. Onun ne dostluğu tükenir, ne sevgisi, ne desteği... Haktan aldığım güçle dayanacağım, dayanacağım, hiç mi hiç yılmayacağım; ta ölünceye kadar... Bizim için ölüm kalım sorunudur savaş. Yalnız şunu unutmayın, ben Orleans'ta İngilizlere saldırırken soylularımız peşimden gelmedi. Yarı aç, yarı çıplak halk geldi peşimden. Sizler, bana engel olmak için kapıları kilitlediniz, halktı sel gibi akıp kapıları kıran.

Halka gidiyorum şimdi.Halkın gözündeki sevgi, sizin gözlerinizdeki nefreti unutturacak bana. Yakıldığımı görürseniz hepiniz sevineceksiniz, biliyorum. Ama ateşten geçerse yolum, dosdoğru halkın bağrına gideceğim. Ta sonsuza dek...

Tanrı yardımcım olsun.

"Jan Dark" adlı oyunun özeti 

Fransız köylü kızı Jeanne, içinden duyduğu Tanrıdan gelen bir sesin kendisine Orleans kentini İngilizler'in elinden kurtaracağını, Dauphin'e Fransız Kralı olarak Reims'te taç giydireceğini ve İngilizleri Fransa'dan atacağını söylediğini, Vaucouleur Kalesi Komutanı Baudricourt'a anlatır; kale komutanından kendisine bir at ve zırh istemektedir.Kaledeki tavuklarının yumurtlamadığından yakınan Baudricourt, Jeanne'in gelmesiyle birlikte tavukların da "deliler gibi" yumurtlamaya başladıklarını görünce Jeanne'in isteklerini hemen yerine getirir. Jeanne bir mucize daha gösterir:    Kalabalığın içinde gizlenmiş olan Dauphin'i ilk görüşte tanır; Dauphin de onu Orleans'ı kurtarması için ordunun başına komutan olarak atar. Orleans önlerinde üçüncü mucize gerçekleşir: Rüzgârın birden yön değiştirmesi sonucu, birlikler Loire'ı geçerler ve Orleans'ın İngilizler'in elinden kurtarılmasıyla, Jeanne, Tanrı'nın kendisine verdiği ilk görevi yerine getirmiş olur. Ancak, Jeanne, Dauphine'e taç giydirmeden önce Warvick Dükü ile Beauvais Piskaposu biraraya gelerek, Jeannet'in kaderini görüşürler: Birey haklarını devlet ve din kurumlarının karşısında savunan genç kız, devlet için olduğu kadar, Kilise için de tehlike oluşturmakta, Tanrı'yla kendi başına konuştuğu gibi merkezi bir krallıktan söz edişiyle feodal sistemi söz konusu etmekte, ulusal devletin gerekliliğini duyurmaktadır. Jeanne, taç giydirme töreninden sonra Paris'in yeniden geri alınması için harekete geçilmesi çağrısında bulunursa da kral ile şövalyeler, kendisini yalnız bırakırlar. Düşmanla işbirliği içinde olan Burgonyalılar Jeanne'ı tutsak alarak, İngilizler'e yüklü bir paraya satarlar. Rouen’de Jeanne'ı din tanımazlıkla suçlayan Engizisyon Mahkemesi toplanır. 
Cauchon başkanlığındaki mahkeme üyeleri, Jeanne'a yakınlık duydukları halde, Jeanne, kendisinin Tanrı'nın elçisi olduğu savında diretince, yakılarak ölmeye mahkûm edilir. Jeanne'in ölümünden 25 yıl sonra geçen Epilog'da, Jeanne ile dost ve düşmanları birarada yer alırlar. Frank ve silindir şapka giymiş Vatikan Elçisi gelip de Jeanne'in 1920 yılında “Ermiş” ilan edileceğini bildirince, hepsi diz çökerek Jeanne'dan bağışlanma dilerler. Ancak, Jeanne öbür dünyayı terk ederek yeniden bu dünyaya dönmeleri gerektiğini söyleyince, hepsi Jeanne'ı yalnız bırakmaya başlarlar; böylece, Jeanne, dünyanın bir ermiş olarak kendisini karşılamaya daha hazır olmadığını anlar. Jan Dark'la,
Jeanne dünyayı değiştirmeye, insanları ileri götürmeye çalışan biri olarak verirken, düzeni korumaya çalışan ve tarihsel toplumsal koşullar içinde buna hazır olmayan bir dünyanın bu insana yaşama hakkı tanımadığını gösterir. Shaw, eylemci, özgür düşünceli bireyin toplum karşısındaki yenilgisini verirken, geleceğin de şimdiki zaman karşısında yenilgiye uğrayışını verişiyle Jeanne'a trajik bir büyüklük kazandırmakladır.






Ayrıca bknz:
 Jeaanne d'Arc filmi --- imdb
Jeaanne d'Arc filmi --- imdb



                                                                                                                                                                    

   Oyunun adı: Bir Evlenme
Yazan: Nikolay V. Gogol
Çevirenler: Melih Cevdet Anday - Erol Güney



AGAFYA TIHONOVNA 

- Aman yarabbim... Karar vermek ne güç şeymiş... Bir kişi, iki kişi olsa ne ise... Ama dört kişi... Gel de birini seç. Nikanor İvanoviç biraz zayıf ama hiç de fena değil. İvan Kuzmiç de fena değil. Açık konuşmak gerekirse, İvan Pavloviç de biraz şişman ama pekâlâ gösterişli bir erkek. Söyleyin bana ne yapayım? Baltazar Baltazaroviç de değerli bir adam. Ah ne zor şey bu karar vermek... Anlatamam, anlatamam. Nikonor İvanoviç'in dudaklarını, İvan Kuzmiç'in burnunu alsak... Baltazar Baltazaroviç'in de halini tavrını... Bunun üzerine de İvan Pavloviç'in gösterişini katsak o zaman seçmek kolay olurdu. Oysa şimdi düşün, düşün... Vallahi başıma ağrılar girdi. Bence en iyisi ad çekmek. İşi kısmete bırakmalı. Kim çıkarsa kocam o olur. Adlarını birer kağıda yazarım. Sonra kağıtları kaparım. Kısmetim kimse belli olur. (Masaya yaklaşır. Kağıtla makas alır. Kağıtları keser, katlar, bunları yaparken de konuşur.) Ah şu kızlar ne talihsiz... Hele aşık olan kızlar... Erkekler bunu kabul etmezler, anlamak da istemezler. Ne ise, hepsi hazır. Bunları çantamın içine koyayım. Gözlerimi kapayıp çekeyim. Ne olursa olsun. (Kağıtları çantaya koyar. Eliyle karıştırır.) Ah, içime bir korku geldi. Allah vere de Nikonor İvanoviç çıksa; ama ne diye o olsun... İvan Kuzmiç daha iyi. Peki, İvan Kuzmiç de neden? Ötekilerin ne kusuru var? Hayır, istemem. Kim çıkarsa o olsun. (Eliyle kâğıtları karıştırır ve çantadan yalnız birini değil, hepsini birden çıkarır.) A... hepsi birden çıktı. Kalbim çarpıyor... Olmaz, olmaz. Yalnız bir tane çekmek lazım. (Kağıtları gene çantasına koyar, karıştırır. Bu sırada Koçkarev girer. Yavaşça ilerleyerek arkasına gelir.) Ah Baltazar Balta... yok canım, Nikonor İvanoviç çıksa.. Hayır, hayır, istemiyorum. Kısmetim ne ise o çıksın.

"Bir Evlenme" adlı oyunun kısaca konusu

Konya D.T:
Evlenmek isteyen Agafya, halası ile birlikte yaşamaktadır. Çöpçatan Fekla, kendisine koca adayları bulur. Birbirinden ilginç olan bu adaylar, Agafya’ya kendilerini beğendirmek için büyük ve komik bir yarışa girerler. Toplumun her kesiminden olan bu damat adayları, sosyal sınıfları yansıtırlar. Gogol, çöken soylular sınıfıyla yükselen burjuva sınıfının çatışmasını eğlenceli bir evlenme hikayesiyle anlatmaktadır.





                                                                                                            



Oyunu Adı: Vanya Dayı 
Yazan: Anton Çehov 
Çeviren: Ataol Behramoğlu 



SONYA

- Ne yapabiliriz? Yaşamak gerek! (Bir sessizlik) Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günlet, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız. Bugün de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden, başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel saati gelip çatınca da uysalca öleceğiz ve orada, mezarın ötesinde, çok acı çektik, gözyaşı döktük, çok acı şeyler yaşadık diyeceğiz... Ve Tanrı acıyacak bize ve biz seninle, canım dayıcığım, parlak, güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız ve buradaki mutsuzluklarımıza sevecenlikle, hoşgörüyle gülümseyeceğiz ve dinleneceğiz... İnanıyorum buna dayıcığım, bütün kalbimle, tutkuyla inanıyorum... (Voynitski'nin önünde diz çöker ve başını onun avuçlarına koyar. Yorgun bir sesle tekrar eder.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz! Melekleri dinleyeceğiz, elmaslar gibi yıldızlarla kaplı gökleri göreceğiz. Dünyanın tüm kötülüklerinin, tüm acılarımızın, dünyayı baştan başa kaplayacak olan merhametin önünde silinip gittiğini göreceğiz ve hayatımız bir okşayış gibi dingin, yumuşak, tatlı olacak. İnanıyorum, inanıyorum buna. (Dayısının gözyaşlarını mendiliyle kurular.) Zavallı, zavallı Vanya Dayı, ağlıyorsun... (Gözyaşları arasından) Hayatında mutluluğu tadamadın, ama bekle Vanya Dayı, bekle... Dinleneceğiz.... (Kucaklar onu.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz!

"Vanya Dayı" adlı oyunun özeti

Profesör Serebryakov, emekliye ayrıldıktan sonra, güzel karısı Yelena ile beraber taşradaki çiftlik evine geri dönmüştür. Profesörün eski eşinden olan kızı Sonya, onun dayısı Vanya ve eski kaynanası Maria o güne dek çiftlikte durup dinlenmeden çalışıp dişlerinden tırnaklarından artırdıkları her kuruşu profesöre göndermişlerdir. Ama artık hasta ve yaşlı bir adam olan profesörün çiftliğe yerleşmesi boşa harcanmış bir hayat demektir onlar için, hayatlarını üzerine inşa ettikleri değerlerin yitip gitmesi, ideallerinin bir bir sönmesi... İnsanlar yerine birtakım gri lekelerin, hayaletlerin dolaştığı, yalnızca bayağı sözlerin işitildiği, yemekten, içmekten, uyumaktan başka bir şeyin bilinmediği taşra, ruhlarını zaten yavaş yavaş tüketmiştir. Ümitsiz aşkların acısı ve profesörün beklenmedik teklifinin şaşkınlığı ile de ipler iyice gerilecektir.
Ayrıca bknz: Vanya Dayı filmi --- imdb

                                                                                                                                                                   


Oyunun Adı: Martı
Yazan: Anton Çehov
Çeviren: Nihal Yalaza Taluy


                 NINA 
- Bastığım toprağı mı öpüyordunuz? Vurmanız, öldürmeniz gerekirdi beni! (Masaya doğru eğilir.) O kadar yorgunum ki... Biraz dinlensem! Dinlenebilsem... (Başını kaldırır) Bir martıyım ben... Yo, değil... Aktrisim... Öyle değil mi? (Arkadina ile Trigorin'in dışarıda gülüşünü duyar. Silkinir, kulak kesilir. Sol kapıya koşarak anahtar deliğine gözünü yaklaştırır.) O da burada demek... İyi... Tiyatroya inanmıyordu; hayallerimle alay ederdi hep. Ona bakarak ben de inancımı yitirdim; maneviyatım kırıldı... Aşk üzüntüleri, kıskançlık da bir yandan... Yavrum için korkuyordum hep... Miskinleştim, küçüldüm, oyunum manasızlaştı... Sahnede düzgün yürüyemiyordum; ellerimi ne yapacağımı bilemiyor, sesimi idare edemiyordum. İnsan kötü oynadığını hissedince ne acı duyar, bilemezsiniz! Martıyım ben.. Yo... Değil de... Şey, siz o sıralar bir martı vurmuştunuz, hatırlar mısınız? Yaa!.. Böyle işte... Gelmiş bir adam, durup dururken, laf olsun diye, yok etmiş kuşcağızı... Tam küçük hikaye konusu... Gene de söylemek istediğim bu değildi. (Alnını uğuşturur.) Ne diyordum?.. Evet, sahneden bahsediyordum. Şimdi öyle değilim artık: gerçek bir artist oldum. Şevkle, coşkunlukla oynuyorum. Kendimden geçiyorum sahnede... Oyunumu, herşeyimi gerçekten güzel, gerçekten değerli görüyorum artık. Buraya geleli beri her yanı dolaşıyorum. Hem yürüyor, hem düşünüyorum; ruhumun günden güne nasıl kuvvetlendiğini duyuyorum. Siz bir şey söyleyeyim mi Kostya, bizim işlerde, sahne olsun, yazı olsun, ün, yaldız, kurduğumuz hayaller değil, sabırlı olmak önemli; buna iyice inandım. Kaderine katlan, inancını yitirme... Şimdi acı duymuyorum artık, ödevimi düşündükçe hayattan korkmuyorum.

2.Tirad


               NINA 
– Yalnızım, yapayalnız. Bir şey söylemek için yüzyılda bir açarım ağzımı ve sesim bu boşlukta kederle çınlar ve hiç kimselere ulaşmaz... Sizler de, ey solgun alevler, işitmiyorsunuz beni... Sabah öncesinde çamurlu bataklıktan yükselirsiniz siz ve tan vaktine kadar sürtüp durursunuz, düşüncesizce, iradesizce, hiçbir yaşam kıpırtısı taşımaksızın... Sonsuz maddenin babası şeytan, bir yaşam kıpırtısı doğar korkusuyla, taşlarda ve sularda olduğu gibi, her an sizlerin atomlarını da değiştirir ve durmaksızın değişirsiniz. Evrende sürekli ve değişmez olarak bir tek ruh kalır sadece. Bomboş, derin bir kuyuya atılmış bir tutsak gibi, neredeyim, beni ne bekliyor, bilmiyorum. Fakat bir tek şey var bildiğim, çok iyi bildiğim: Maddi güçlerin yaratıcısı şeytanla amansız, acımasız kavgada, zafer mutlaka benim olacak ve sonuçta da madde ile ruh eşsiz bir uyumda birleşip kaynaşacak, bu ise dünyasal irade'nin egemenliği olacaktır. Fakat uzun, yavaş, binlerce yıllık bir sürecin sonrasında, hem ay, hem parlak Sirius, hem yeryüzü toza dönüştükten sonra gerçekleşecek bu... Ama o zamana kadar dehşet, dehşet... (Sessizlik. Göl üzerinde iki kızıl ışık görünür) İşte, amansız düşmanım şeytan yaklaşıyor... Korkunç, kızıl gözlerini görüyorum onun...

"Martı" adlı oyunun özeti

Anton Çehov’un Martı adlı oyunu konusu şöyledir; Treplev, Nina’ya delicesine aşıktır. Nina ise Trigorin’den hoşlanmaktadır. Aşkını Nina’ya itiraf eder ama karşılık bulamaz ve bunun üzerinede
Nina’nın ayaklarının dibine ölü bir martı bırakır, yakında kendisini de bu şekilde öldüreceğini söyler. Oyunun üçüncü ile dördüncü perdesinin arasında iki yıllık bir zaman aralığı vardır. Bu iki yıl içinde çok şey değişmiştir değişmeyen tek şey Treplev’in Nina’ya olan aşkıdır ama buna yine karşılık bulamaz ve oyunun sonunda Treplev kendini öldürür.








                                                                                                                                                                   



Oyunun Adı: Cesaret Ana ve Çocukları
Yazan: Bertolt Brecht
Çeviren: Ayşe Selen



                                    ANA

Yazık oldu komutana... yirmi iki çift çorap... kaza diyor herkes. Sis sebep olmuş. Komutan alaylardan birine, “ileri”, diye bağırdıktan sonra atını geriye doğru mahmuzlamış. Ancak sis dolayısıyla şaşırıp cepheye dalmış. Ve kurşun yemiş... Kala kala dört fener kalmış... Ve kurşunu yemiş. (Arkadan bir ıslık sesi işitilir. Cenaze töreninden kaçan erleri görür. Tezgaha girer) Ayıp, ayıp, komutanın cenaze töreninden kaçılır mı? Yağmurdan kaçıyorlar. Üniformanız ıslanır tabii. Söylentiye göre, cenazede çan çalmak istemişler, ama sağken onun emriyle kiliseler kapandığı için zavallı komutan mezara indirilirken çan sesi duyulmayacak. Büsbütün garip gitmesin diye üç pare top atacaklar... (İçki isteyen askerlere) İçki istiyorsanız paraları sökülün önce. Yoo... çamurlu çizmelerle çadırıma giremezsiniz! Yağmur yağsa da yağmasa da dışarı da zıkkımlanacaksınız. Yalnız subayları içeri bırakıyorum. Komutan son zamanlarda epey sıkıntı çekmiş, maaş ödeyemediği için. İkinci Alay’da karışıklık çıkmış. “Din uğruna savaşıyoruz, para isteyemezsiniz” diye kestirip atmış. (Cenaze marşı duyulur) Acırım böyle komutanlara, imparatorlara. Belki de ileride kendilerinden bahsettirecek heykellerini diktirecek şöyle özel bir şey yapmak isterlerdi; örneğin dünyanın fethi gibi, bu bir komutan için yüce idealdir, zaten başka bir şeyi de beceremezler. Kısacası, kıçı çatlayıncaya kadar çalışır, didinir, ondan sonra da, hayatta bir bardak biradan ya da iki lak laktan daha yüce bir ideali olmayan aşağılık halk gelip yaptıklarının içine eder. Onların bütün güzel planları, yöneticilerin basitlikleri yüzünden hep berbat olmuştur. Çünkü imparatorlar hiçbir şeyi kendi başlarına yapamazlar. Halkın ve askerlerinin desteğine muhtaçtırlar. Haklı değil miyim? Savaş bitecek mi dersiniz? Laf olsun diye sormuyorum, hani ucuz mal var da, alıp depoya koysak mı diye soruyorum. Ama savaş biterse, onları atmaktan başka çare kalmaz.

"Cesaret ana ve çocukları" adlı oyunun özeti


Cesaret Ana iyi bir tüccar olarak kendince akıllı oyun stratejileri (savaşın koyduğu kurallara karşı) kurmaya çalışır, çoğu zaman şansı yaver bile gitse, elindeki oyuna giriş sermayesi oyun boyunca azalır. Ancak hiçbir zaman sıfırı tüketmez. Oyunda ciddi kayıplara uğramasına rağmen, kazanma ihtimali hiçbir zaman bitmez, olay örgüsünün kuruluşu ve ilerleyişi bu şekilde süregider. Bu karaktere dair eleştirel bir tavır almak isteyen Brecht'in oyun yazımındaki bilinçli bir tercihidir. Bana göre Brecht oyun modelini bu şekilde kurmuştur. Nice yenilgilere ve çöküşlere rağmen orta sınıf ideolojisinin kolaylıkla dönüşüme uğramaması, Brecht tarafından altı çizilen bir noktadır. Bu yüzden de Brecht kazanma ihtimalinin bitirilmediği bir oyun modeli kurarak eleştirel bir yapı oluşturmayı denemiştir. Savaşın onbeş yıllık seyri içinde, Cesaret Ana'nın ekonomik durumu giderek kötüleşir. Ancak lineer bir şekilde birden bire ekonomik çöküş yaşamaz. İnişli çıkışlı bir seyir vardır. Sıfırı tüketmediği için de oyuna devam eder. Benim yorumuma göre de oyunun sonunda Amerikan ruleti giderek Rus ruletine (ya 1 ya da 0 olan oyun modeline) dönüşecektir.

Olay örgüsüne bakacak olursak, oyunun en başında Cesaret Ana, üç çocuğunu da riske ederek savaş ruletine baştan girmiştir. Biz seyirci olarak, karakterin neden oyuna girdiğini sorgulayamayız. O zaten oyunda dır ve bu seyirci için verili durumdur. Seyirci oyun kurgusunun ilerleyen bölümlerinde, kuralların eşitsiz bir şekilde sürdüğünü ve Cesaret Ana'nın kaybettiğini fark etmeye başlar...

Ayırca bknz:




                                                                                                                                                                   

Oyun Adı:Kanlı Düğün 
Yazar: Federico García Lorca
Çevirmen: Turan Oflazoğlu


Gelin
Bırak vursun! Beni öldürsün diye geldim buraya. Beni onlarla beraber kaldırsınlar diye. Ama onun elleriyle değil. Kancalarla, orakla, hemde zor kullanarak, kemiklerimi kırasıya. Bırak vursun! Bilsin ki ben temizim, bilsin ki ben çılgın olabilirim. Ama göğüslerinin aklığını hiçbir erkeğe açmamış bir kız olarak gömebilirler beni.
Ötekiyle kaçtım! Kaçtım! Sen olsan sende giderdin. İçi dışı yarayla dolu arzudan yanıp tutuşan bir kadındım ben. Oğlunsam kendisinden çocuklar toprak, sağlık umduğum bir avuç suydu. Ama öteki çalılıklarla tıkalı karanlık bir ırmaktı. Sazlıkların fısıltısını mırıltılı türküsünü getiriyordu bana. Soğuk sudan bir küçük çocuğa benzeyen oğluna uydum bende. Ötekiyse yüzlerce kuş saldı üstüme. Bu kuşlar yolumu tuttular, beyaz beyaz kırağı bıraktılar yaralarım üzerinde. İstemezdim. Unutma ki bende istemezdim. Oğlun benim yazgımdı, ona ihanet etmiş değilim ama ötekinin kolu denizin itmesi boğanın çekmesi gibi sürüklüyordu beni. Her zaman da sürükleyecekti. Her zaman, her zaman! Kocamış bir kadın olsam da, oğullarımın oğulları saçlarımdan tutsa da.
Sus! Sus, al öcünü. İşte karşındayım. Bak boynum ne yumuşak. Bahçendeki bir yıldız çiçeğini koparmaktan daha az zahmet ister. Ama onurumla oynama. Temizim ben. Yeni doğmuş bir kız kadar temiz. Bunu sana ispatlayacak kadar da güçlü! Yak ateşi elimizi içine sokalım. Sen oğlun adına, ben vücudum adına. Elini ilk çeken sen olacaksın.

"Kanlı Düğü" adlı oyunun özeti


Kocası ve oğlu bir kan davasında öldürülen Anne, diğer oğlunu kan davalı olduğu ailenin kızı ile evlendirecektir. Oğul Leonardo'ya (oyunda adı olan tek karakter Leonardo'dur) sevdiği bu kız ile söz kesilir ancak kız tarafı varlıklı olmadığı için Leonardo'yu geri çevirir. Leonardo, sevdiği kızın kuzeni ile evlenmek zorunda bırakılır. Annesi ile birlikte, evlilik koşullarını konuşmaya gittikleri sırada eski sevgilisinin de evlendirileceğini öğrenir. Leonarda evlenir ancak geceleri sürekli atıyla gezintiye çıkar, sevgilisinin evinin yakınlarında dolaşır ve karısının sorularına da cevap vermez. Eski sevgili olan Gelin, düğün sabahı Leonardo'yu bulur ve birlikte kaçarlar.

Düğün sırasında Gelin'in kaçtığı farkedilir. Leonardo'da yoktur. Kan davası yeniden başlar. Damat, arkadaşlarıyla birlikte kaçanların peşine düşer. Mehtaplı bir gecedir ve ay ışığı kaçanların izlerini gösterir. Kaçaklar yakalanır ve Damat ile Leonarda ay ışığı altında bıçaklarıyla kavgaya girerler. Her ikisi de ölür ve cesetler Anne'nin evine getirilir. Anne, biricik oğlunu kaybetmiştir. Leonardo'nun karısı kocasını kaybetmiştir. Gelin ise hem kocasını hem sevgilisini kaybetmiştir. Çaresizlik içinde Anne'ye şöyle sorar: Onun buna bir günahı yok. Benim de bir günahım yok. Günah kimde peki?





                                                                                                                                                                   



                                                                                 

Tirad Çalışması ve Stanislavski kuramında coşku & duyu belliği



Tirad Nedir?

Bir oyun kişisinin belirli bir nedenle; bir duygu durumunu, bir düşünceyi ya da bir olayı anlattığı; sadece bir kişinin replikleriyle aktarılan durumdur.

Genco Erkal
Bir Delinin Hatıra Defteri
2015


Tirad Nasıl hazırlanır?

Yukardaki tanımda en önemli kısım  "bir neden" ile başlamış olmasıdır. 

Biraz daha açayım... Bir çok oyunda oyun kurgusu neden-sonuç ilişkisi gözetilerek birbirine bağlıdır. Haliyle oyun kişisinin söyleyeceği söz, bir nedenden dolayı sonuç olarak çıkmalıdır. Eğer o tirad da söylenen sözlerin nedeni ya da başka bir tabirle neden söylediği anlaşılmazsa bütün çalışma da boşuna gidecektir.

Örneğin Tenesse Williams'ın, sırça hayvan koleksiyonu adlı oyunundaki Tom karakterini ele alalım.



Tom: Bak dinle! Şu ayakkabı mağazasındaki işe bayıldığımı mı sanıyorsun? Avrupalı ayakkabıcılara aşık olduğumu mu düşünüyorsun? Şu selotesk kaplamalı yerde floresan ışıklarının altında elli beş sene geçireceğimi mi sanıyorsun! Bak sabahları oraya gitmektense, birisinin demir bir çubukla beynimi patlatmasını tercih ederim!....


Burada hayallerinin peşinden gitmek isteyen bir gencin sonunda annesinin konuşmalarına daha fazla dayanamayıp duygusal bir patlama yaşadığını okuruz. 

Ancak bu durumu oyunculuk sınavlarında tek kişi olarak sahneye çıktığımız için göstermemiz zorlaşacaktır. Burada ne mi yapmamız gerek?

Şimdi annesinden dolayı bu duygusal patlama yaşadığını biliyoruz. Ama sahne de anne yok. Bu durumda annenin metinde önceden söylediği sözleri aklımızdan geçirerek, tabiri caiz ise kendimizi dolduruyoruz. 

Tabii bunları demesi kolay diye bilirsiniz. Ancak anneniz, babanız ya da kardeşinizle bir tartışmanızı düşünün? Artık bir yerde yeter demez miyiz? Ya da artık beni dinleyeceksin! dediğimiz zamanlar muhakkak olmuştur.

O  zaman buradan çıkaracağımız sonuç:
  • Gündelik yaşamda, yaşadığımız duygu ve tepkilerle oyundaki duygu ve tepkiler arasındaki benzerlikleri aramak olacaktır.


Tom, annesiyle böyle bir duygusal patlama yaşıyorsa, benim yaşantım da benzer duygu durumları oldu mu? Olduysa ben nasıl tepkiler vermiştim şeklinde sorular sormak gerekmektedir.

Oyunculuk bölümleri ve kurslardaki mimik dersleri, büyük çoğunlukla bu soruları bulabilmeniz için verilmektedir.

Bunu daha ayrıntılı bir şekilde Konstantin Stanislavski'nin "Bir Aktör Hazrılanıyor" adlı kitabında ki
coşku/duyu belleği kısmında bulabilirsiniz.


  •  Unutmayın ki, sahne de tek başınıza kaldığınız zamanlarda (partneriniz yoksa) duygu kendi kendi size gelmez. kendinizin bulması gereken ve aşağıdaki yöntemde de anlatacağım konularla içsel (duygusal) durumunuzu güçlendirebilirsiniz. Tabiri caiz ise duyguya girebilirsiniz.




Bu konu, Stanislavski'nin  kitabındaki konulardan sadece bir tanesidir. Ayrıca: Eylem, imgelem, dikkatin odaklanması, kasların gevşemesi, birimler ve amaçlar, inanç ve gerçeklik, coşku/duyu belleği, kesintisiz çizgi vb. gibi birçok konuyu içermektedir.

Stanislavski'nin  sistemi, dünya çapında kabul görmüş ve uygulanan bir oyunculuk yöntemidir. Ülkemizde de oyuncu yetiştirme yaygın biçimde Stanislavski yöntemine dayalı sürdürülmektedir. Tiyatro eğitim kurumlarında ders veren hocaların kişisel birikimleri ile bu yöntem biraz gelişse de, oyunculuk eğitimi ağırlıklı olarak Stanislavski’e dayandırılmaktadır. 

Stanislavski yöntemi kısaca; Rusya’da 1900’lerin başında disiplinsizliğe dağınık çalışmaya, yıldız oyunculuk sistemine, kaprisli, kompleksli, teşhirci dağınık çalışmaya, yıldız oyunculuk sistemine, kaprisli, kompleksli, teşhirci, abartılı konuşan ve yapay oynayan oyunculara bir tepki olarak Realizm doğrultusunda geliştirilmeye başlanan bir yöntem olarak özetlenebilir. Yöntemin temelinde ise, esin beklemeden yaratıcı, inandırıcı ve doğal bir oyunculuk vardır.

Stanislavski, yöntemini oluşturmaya başladığı ilk yıllarda iç aksiyon/ruhsal gerçeklik (bilinçli teknik yoluyla bilinçaltına ulaşarak rolü yaşama) sanatını geliştirmeye başlamıştır. Stanislavski’e göre psikolojik yaşantımızı akıl, irade ve duygu yönlendirir. Oyuncu için akıl ve iradeyi denetleyebilmek kolaydır. Ancak duyguları denetim altına alabilmek için oyuncu rol kişisi ile kendi benliği arasında benzerlikler bulmaya yönelmeli ve yaşama doğrudan bakabilmelidir. Sanatçının 1936 yılında yayımlanan “Bir Aktör Hazırlanıyor” kitabı yönteminin iç mekanizması üzerinedir: Eylem, imgelem, dikkatin odaklanması, kasların gevşemesi, birimler ve amaçlar, inanç ve gerçeklik, coşku/duyu belleği, kesintisiz çizgi vb. gibi birçok konuyu içerir.

Stanislavski’nin geliştirmeye başladığı yöntem öğrencileri ve çalışma arkadaşları tarafından da geliştirilmiş ve Amerika’ ya oradan da tüm dünyaya kadar uzanmıştır. Bu yöntemi geliştirerek günümüze kadar ulaşmasını sağlayanlar arasında Vakhtangov, Meyerhold, Mikael Çekhov, Richard Boleslawsky, Sonia Moore, Stella Adler, Lee Strasberg, Elia Kazan'ın ‘Oyuncular Stüdyosu’, Eric Morris'in geliştirdiği 'Morris Metodu' önem taşır.


Bir sahne ya da tirad hazırlamak tabii ki bu kadar basit bir durum değildir. Ancak bu kitabı okumanız size genel olan sahne dili yakalamanızda yardımcı olacaktır. Ayrıca konservatuar düzeyin de eğitim veren bütün kurumlar da bu kaynaktan yararlanmaktadır. Oyunculuk temellerini bu kaynaktan faydalanarak inşa etmektedirler. 


Tirad çalışmalarını ve stanislavski'nin kuramını aktarmaya devam edeceğim...

Soru ve önerilerinizi lütfen benimle paylaşın!

Yorum kısmı sizin  (:   :(

Herkese Kolay Gelsin!